Alamancı

Hepimizin bildiği gibi, 1960'larından başından itibaren, ülkemizden birçok insan, başta Almanya olmak üzere, Avrupa'nın birçok ülkesine, çalışmak üzere gitti.

Kahir ekseriyeti ise gittikleri ülkelere yerleştiler, yuvalar kuruldu, çocuklar doğdu, hatta şimdi o çocukların torunları dahi doğdu.

Şundan emin olabilirsiniz ki, hiç kimse ne vatanını terk etmek istedi ne de vatanından uzak yaşamak isteyen var.

Ancak hayat şartları denilen de bir şey var.
Hayaller ile hayatlar, her zaman bağdaşmıyor maalesef.

Avrupa'da yaşayan Türk vatandaşlarımız veya Avrupa Türkleri, bugün eski gurbetçiler değiller.

İlk kuşak, ağırlıklı olarak işçi olarak çalıştı ise hem de çok ağır işlerde çalıştı ise de ikinci kuşaktan itibaren, Avrupa Türkleri, çeşitli sektörlerde ticarete atıldılar ve epeyce de başarılı iş insanlarını içlerinden çıkardılar/çıkartıyorlar da.

Üçüncü kuşak ise daha iyi yetiştirilerek/yetişerek, akademik iş alanlarına da el attılar, hatta memuriyete de el attılar.

Hekimlik, Avukatlık, Mali müşavirlik, iktisat, işletme, hemen her dalda çok başarılı Avrupa Türkleri bulabilmek gayet mümkün.

Biontec'in sahibi, Uğur Şahin ve eşi, son dönemlerin en popüler misali olsa gerek.

Evet, Avrupa'da çok başarılı insanımız var, ancak ödenen bedeller de çok ağırdı, halen de çok ağır bedeller ödenmekte.

Hayır, Avrupa, bir taraftan süt, bir taraftan bal akan bir yer değil.
Hayır, Avrupa'da kimse parayı ağaçlardan toplamıyor, sokaktan da toplamıyor.

Pek çok insanımız ise Avrupa'da ve de halen kıt kanaat geçiniyor, dahi sosyal yardımlar ile hayatlarını idame ettiriyorlar.

Avrupa'da para kazanmak kolay değil.
Kimseye de yattığı yerden, kimse para vermiyor.
Çalışmak zorundasınız, hemde çok çalışmak zorundasınız.

Sabahın dördünde kalkıp, kendi imkanlarınızla, kâh 40, kâh elli, bazen de 100 km ilerdeki işyerine gidersiniz, sabahın altısında iş başı yaparsınız, 09:00 da 15 dk. evinizden getirdiğiniz kahvaltınızı yersiniz.

Saat 12:00 dedi mi, yine kendi evinizden getirdiğiniz yemeği yersiniz.
Saat 16:00 da paydos eder, Akşam altıda evinizde olur, saat onu görmeden taş gibi yatağınıza düşer, uyursunuz.

Ve bunu, mesleğinize göre, haftanın beş günü yaparsınız.

Tüm bunları niye yazdım?

Çünkü her sene, tatil sezonları geldiğinde, yurtdışından pek çok arkadaşım, sosyal medyadan pek çok kontağım, hep aynı dertlerden muzdarip oluyor, büyük üzüntü içinde oluyorlar.

Sorun ne mi?

Sorun aşağılanmak, dışlanmak, ötekileştirilmek, kazıklanmak hatta hakarete uğramak, saldırıya uğramak!

"Alamancılar, züppeler, vs, vs..."

Özellikle de muhalif cenahın Avrupa Türkleri ile Avrupalı Türkleri ile epeyce bir alıp veremedikleri var.
Bu sıkıntının siyasi kaynaklı olduğu da açıkça ortada.

Zira Avrupa'dan gelen oyların kahir ekseriyeti AK Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisine gidiyor, eh bu da birilerini epeyce rahatsız ediyor.

Ancak, işte o cenahtan gelen sosyal medya paylaşımlara baktığım zaman da midem bulanıyor.

"Ne işiniz var burada, niye geliyorsunuz, paranızla hava atıyorsunuz, burada yaşamıyorsunuz ama oy kullanıyorsunuz."

Dananın kuyruğu da burada kopuyor zaten.

Avrupa Türklerinin geleneğinde, Milliyetçilik ve muhafazakarlık vardır.

Her evde Türk bayrağı ve Kuran-ı Kerim bulunur.
Ağırlıklı olarak Türk TVleri izlenir, görüşülen insanlar genellikle Türk'tür, hatta aynı yörenin insanıdır.
Yemekler Türk mutfağıdır, kahvehaneler, dernekler, camiiler ortak sosyal buluşma noktalarıdır.

Misafirliğe gidildiğinde, hep konu Türkiye'dir.
Tatil yolu maceraları anlatılır, tüyolar verilir.

Doğu bloku ülkeleri varken, Jugoslavya (evet eskiden öyle bir ülke vardı), sınırında tek gidenler bile en az iki, üç araçlık konvoylar kurar öyle geçilirdi.

Alışveriş ağırlıklı olarak Türk market ve dükkanlarından yapılır.
Düğünlerde bulundukları şehrin nerdeyse tüm ahalisi bir araya gelir, türküler de şarkılar da havalar da hep Türktür.

Cenazelerde de durun aynıdır.
Tüm ahali bir araya gelir, ağlayanlar da Türkçe ağlar, teselli edenler de Türkçe eder.

Hiçbir Avrupa Türkü, Avrupalı Türk, Türkiye karşıtı bir eylem içinde olmaz!

Her sene, "nasıl yaparım da vatanıma giderim" diye düşünür.

Birileri gibi, tatil paralarını Yunan adalarında harcamaz!
Beş kuruş harcayacaksa da memleketinde harcar.

Bugünün Türkiye'si sizi aldatmasın.

Daha 2000'li yıllara kadar, o birilerinin "Alamancı" diye aşağıladığı gurbetçiler, aralarında para toplayıp, memleketlerine, ambulanslar, iş makineleri, sakat arabaları yollar, senede kısıtlı bir zaman da gitse, memleketlerinin camilerinin giderlerine yardım eder, hatta köylerini, kasabalarını kalkındırır ve hatta ve hatta belediyelerine yardımcı olurdu.

Okullar, hastaneler yaptırırlardı.

Bugün her ne kadar Devletimizin, çok şükür bunlara ihtiyacı olmasa da yine aynı Avrupa Türkleri, imkanları dahilinde, fersah fersah, memleketlerine geliyor ve hiç de küçümsenmeyecek kadar döviz bırakıyor.

Senede birkaç hafta otursa da kaldığı apartmanın tüm aidatlarını ödüyor.

Çarşıya çıktığı zaman, esnafın, gurbetçiyi gördüğünde beşe beş kattığını biliyor ve fakat, sesini çıkartmıyor.

Çünkü Avrupa Türkleri, uzun bir yolculuk sonucunda, Türkiye sınırlarına geldiğinde, sıra, sıra bayrakları gördüğünde, ancak sevinçten göz yaşları döküyor. Hele bir de Ezan sesini duydu mu, hepten duygu seli akıyor gidiyor!

Çünkü Avrupa'da yaşayan insanımız, hasretini çektiği ülkeyi, naifçe ve karşılıksız seviyor.

Hatta tarifi mümkün olmayan bir sevgi ile seviyor.

O, iğrenç bildirimleri paylaşanlar, Avrupa'dan gerçek vatanlarına gelen insanlara saldıranlar, hakaret edenler, göz göre göre kazıklayanlar, yaptıklarının insanlığa ne kadar sığdığını bir düşünsünler.

Bu yazı için, o kadar çok insanımız bana çeşitli yollardan ulaştı ki, yazmak boynumun borcu olmuştu.
Çünkü ne hikmetse, bu sene olduğu kadar hiç kimse bu kadar muzdarip olmamıştı.

Birileri istese de istemese de Avrupa Türkleri/Avrupalı Türkler, bir gerçektir ve bu Vatanın evlatlarıdırlar, hem de çok hayırlı evlatları.

Senelerce bu ülkenin kaymağını yiyip, hiçbir faydası olmayanların kulaklarına küpe olsun.


Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam
OGÜNhaber