Şeker Portakalı

"Anneciğim keşke hiç doğmasaymışım. Balonum gibi olsaymışım..."

Jose Mauro De Vasconcelos'un kaleme aldığı Şeker Portakalı kitabında geçen diyalogdan bir cümle. Bu cümleyi dile getiren 5 yaşındaki bir çocuk ve ismi Zeze. Bir çocuk neler yaşadı da böylesine duygu yüklü bir cümle kullandı diye mutlaka düşünmüşsünüzdür. Haydi, hep birlikte Vasconcelos'un en çok bilinen sadece ismi geçtiğinde bile hüzünlendiren efsane kitabını tahlil ederek yoğun bir duygu yolculuğuna çıkalım.

Orjinal adı "My Sweet Orange Tree" olan 1968 yılında yayınlanan kitap 360 sayfa olup, Emrah İmre tarafından Portekizce dilinden Türkçe 'ye çevrilmiş ve Can Yayınları'ndan çıkmıştır. İlk basımı 1983 yılında yapılmış ve popülerliğini hala koruyan bir kitap olmayı başarmıştır. Yazarın hayatından izler taşıyan eser ana hatlarıyla iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım beş bölümden, ikinci kısım sekiz bölümden oluşmaktadır. Kitabın en sonunda da son itiraf şeklinde kısacık bir bölüm yer almaktadır.

Kitabımızın ana kahramanı 5 yaşındaki minik ama yüreği kocaman Zeze. Maddi imkânları kısıtlı, kalabalık bir ailede yaşamaktadır. Babasının da işsiz kalmasından sonra annesi ve ablası çalışmak zorunda kalmış ancak ailenin durumunu düzeltmeye yetmemiştir. 5 kardeşi olan Zeze'nin kendinden sonra bir bebek kardeşi daha vardır. Sarışın ve yaşıtlarına göre kısa bir boyu var. Zeze çok yaramaz, ağzı bozuk bir çocuk. O kadar yaramaz ki mahallede yapılan her kötü olay ondan bilinir olmuş. Tabiri caizse ismi çıkmış dokuza inmez sekize. Bu yüzden de herkes ‘Bebek Şeytan' demeye başlamış. Zeze, bütün yaramazlıklarına rağmen hassas, duygusal ve zeki bir çocuktur. Çevresine karşı yaptığı haylazlıklar içindeki sevgiye engel olur. Ne kadar iyi niyetli olursa olsun sürekli başına bela açar. Yoksul bir aile çocuğu olmasından ötürü de bir taraftan içinde öfke başlar. Sebebi ise yoksul bir ailenin çocuğu olmasıdır. Aile fertleri kendi dünyalarındaki acılarını da Zeze üzerinden çıkarırlar. Ailede sürekli dayak yiyen ve aile bireyleri tarafından küçük yaşta ezilen bir çocuktur.

Zeze'nin hayal gücü çok yüksek bir çocuk. Öyle ki yetişkinlerin dünyasının sınırlamalarına hayal gücüyle meydan okuyan bir yapısı var. Ayrıca Zeze diğer çocuklardan çok farklı bir çocuk. Bunun en büyük göstergesiyse okumayı çok erken öğrenmiş olması ve Edmundo Dayı'sının kültür ve bilgisinden her koşulda faydalanmasıdır. Babası işsiz kalınca yeni bir eve taşınıyorlar. Kardeşlerinin hepsi bahçede bir ağaç seçiyor. Zeze'ye ise küçük bir şeker portakalı fidanı kalıyor. Zeze kötü bir ağaca sahip olduğunu düşünüp üzülürken aslında bu fidanın sihirli bir şekilde onunla konuştuğunu fark ediyor. O günden sonra Zeze ona 'Minguinho' diye isim takarak yaptığı her şeyi anlatıyor ve en iyi arkadaşı, sırdaşı oluyor. Adeta yalnızlık duygusunu bu ağaç ile gidermeye çalışıyor.

En çarpıcı bölümlerinden biri babasının neden işsiz olduğunu ablasıyla birlikte sorgularken babasının bu konuşmaya şahit olması ve buruk bir şekilde evden çıkmasıdır. Kitapta bu bölüm hem baba açısından hem de 5 yaşındaki küçük bir çocuk açısından hayatın ağır yükünü sanki okuyucu yaşıyormuş hissi ile mükemmel bir dille ifade etmektedir. Hayatın yükünü küçük yaşında göğüsleyerek istem dışı söylemiş olduğu sözleri telafi etmek ve babasının gönlünü almak için ayakkabı boyacılığı yapmaya başlıyor. Bütün gün çalışıyor ve kazandığı para ile babasının en sevdiği sigaradan bir paket alıyor.

Zeze, bütün bunları yaşarken yaşı tutmamasına rağmen ailesi onu hemen okula yazdırıyor. Zeze onların kendisinden kurtulmak için okula yazdırdıklarını düşünüyor. Aynı yaşta farklı bir çocuk için bu durum çok üzücü olsa da Zeze bunu gayet normal bir şekilde karşılıyor. Çünkü komşunun bahçesinden çiçek çalıp öğretmenine götürmesi, eczaneden çıkan kadını korkutup bebeğinin düşmesine sebep olması gibi büyük ve suç sayılabilecek yaramazlıkları da var. Buna rağmen de düşünceli ve duygusal olması, hayatın ezikliği içinde ona yapacak başka bir şey olmadığı hakkını veriyor. Bunun akabinde öyle acılar çekiyor ki, onun çektiği acı, yaptığı suçu okuyucunun gözünde meşru kılmaya yetiyor.

Zeze'nin hayatı böyle giderken önceden hiç sevmediği Portekizliyle karşılaşıyorlar. Portekizli Zeze'nin bir yaramazlık sonucunda oluşan kesik ayağıyla ilgilenip onu eğlendirmeye çalışıyor. Sonunda gerçekten çok yakın ve gizli dost oluyorlar. Zeze bu 50 yaşındaki adam ile arkadaş olduktan sonra hayatı değişiyor. Babasıyla yapmadığı ne varsa bu arkadaşı ile yaşıyor. Balık tutmaya gidiyor, geziyor, sürekli saygı çerçevesi içerisinde onun yanında sevildiğini hissediyor. Hatta Zeze o kadar seviyor ki Portekizliyi, onu evlatlık almasını bile istiyor. Portekizli de aynı şekilde onu kendi çocuğu gibi görüyor. Zeze artık gerçekten mutlu hissetmeye başlıyor. Kitabın yarısına yakın kısmında Portekizli ile Zeze'nin maceraları sonrasında gelip Şeker Portakalı ile paylaşmasını, ağacın da onu merakla dinlemesi ve nasihatler vermesi ele alınmaktadır.

Aile maddi durumunu toparlarken bir gün evlerinin yanından yol geçeceğini öğreniyorlar. Geçecek yol sonucunda Şeker Portakalı ağacının kesilmesi gerekiyor. Zeze bu habere oldukça yıkılıyor. Kestirmek istemiyor ve aile bireyleri tarafından arkadaşını savunma pahasına gene dayak yiyor. Öldürülesiye dövülüyor, uzun süre yataktan çıkamıyor. İşte bu sırada ilk defa suçsuz yere dayak yediğini düşünerek yazımın başında geçen cümle dökülüveriyor ağzından. Ancak hepsiyle o kocaman yüreği ve Portekizli'nin şefkat ve sevgisini düşünerek başa çıkıyor

Ancak bir gün o kocaman yüreğin bile kaldıramayacağı bir olay gelir başına. Portekizli, evlatlık alamadan arabasına tren çarpmasıyla ölüyor. Zeze günlerce şoktan çıkamıyor, bütün mahalle o iyileşsin diye çabalıyor. Yaşadığı durumu, içindeki ruh halini öylesine betimliyor, tarif ediyor ve hissettiriyor ki bu bölümü okurken gözlerimin dolduğunu damlaların sayfayı ıslattığını söyleyebilirim.

"Onu düşünmekten kendimi alamıyordum; şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum. Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi. Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi."

Son olarak veda ettiği şeker portakalı fidanını rüyasında görmesiyle ve kendisine ilk ve son kez beyaz bir çiçek uzatmasıyla iyileşmeye başlıyor. Ailenin işleri düzene giriyor ve herkes mutlu oluyor fakat Zeze, hem Portekizli'nin ölümüyle hem de Şeker Portakalı'nın kesilmesi ile küçük yaşta yaşadığı iki büyük acıyı birden kalbinde sonuna kadar yaşıyor.

Şeker Portakalı, bu zamana kadar yazılmış olan edebiyata dair tüm kitaplar içerisinde en duygu yüklü olan birkaç kitap arasına girmektedir. Okumakta geç kaldığım için pişman olduğumu ifade edebilirim. Bu yüzden her çocuk "Şeker Portakalı"nı okuyarak büyümeli.

İçerdiği kısaltmalı küfür sözcükleri nedeniyle zaman zaman rahatsız olabilirsiniz. Hayalleri sınırlandırılmayan, fikirlerine önem verilmesi gereken çocukların daha duyarlı, yetişkin birey olmaları açısından geliştirici bir eser. Satır aralarında kendinizden, çocukluğunuzdan iz bulabileceğiniz, yoksulluk, acı, ümit dolu; ağlarken aynı zamanda tebessüm edeceğiniz bir eser.


Bir sonraki "Kütüphane Köşemiz" de buluşmak dileğiyle, Allah'a emanet olun…
OGÜNhaber