Hem akademik çalışmaları hem oynayıp yönettiği oyunlar hem genç oyunculara imkân tanıması hem de yılmaz bir tiyatro emekçisi olması bağlamında tiyatromuza katkı sağlayan Doç. Dr. Tufan Karabulut'un kuruculuğunu yaptığı Tiyatro Fora, pandemi döneminde başlattığı August Strindberg'in Matmazel Julie'sini bu sezon "Julie" adıyla sahneye taşıdı.
Bir Aşk Hikâyesinden Koca Bir Sınıf Çatışmasına…
Oyun, dürtüleriyle hareket eden ve soyluluğunu reddetmeye çalışan Kont kızı Julie ile bireysel başarıya inanan ve kendini "kumaşı iyi" olduğundan ötürü soyluluğa lâyık gören ve devamlı onun hayâlini kuran uşak Jean arasında var olduğu sanılan bir duygunun, yaşadıkları cinsellik sonucu nasıl bir iktidar mücadelesine dönüştüğünü anlatma konusunda oldukça katmanlı bir yol izliyor. İlk etapta kadın-erkek arasında geçen sıradan bir duygusal ilişkiye odaklanıyor gibi gözükse de kısa bir süre sonra aslında bunun böyle olmadığını, metnin esas ağırlığını toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve sınıf çelişkilerinin sorgulanmasının oluşturduğunu görüyoruz. Tüm bunların yanında insanın varoluş sorunlarıyla burjuvanın yer yer ortaya çıkan ikiyüzlülüğünü tartışmaya açması bakımından da oldukça önemli bir metin.
Tek bir mekânda -evin mutfağı- ve yine tek bir zamanda -yaz dönümü gecesi- geçen oyun; Jean'la sevgilisi Kristin arasında geçen konuşmayla, daha doğrusu Julie'nin dedikodusunu yapmalarıyla başlar. Aralarındaki bu konuşmadan, Julie'nin, nişanlısına bir köpek gibi davrandığı için terk edildiğini öğreniriz. Jean ve Kristin, Julie'nin o gece ettiği çılgınca danslardan, bunun ne kadar yakışıksız olduğundan ve insanların hakkında konuştuklarından bahsederler. Fakat bir yandan da Jean Kristin'i, kaba bulduğu üslûbunu düzeltmesi ve hanımefendisi Julie gibi "zarif" olması konusunda uyarır! Bu sahneyle başlayan oyun, ilk etapta klâsik bir trajedi şeklinde yorumlandığında masum ve gariban bir kadının karşısına fettan ve zengin bir kadının konulmasıyla oldukça didaktik ve sıradan gibi gelebilir lâkin Jean ve Julie'nin yaşadığı ya da belki bizim öyle sandığımız tek gecelik ilişkiden tutun da Kristin'in verdiği tepkiler ve nihayetinde Julie'nin intiharına değin gelişen olaylar ve durumlar, bize toplumun çizdiği sınırlara aykırı davranan kişilerin durumu, güçlü güçsüz çatışmasının sonucu, kadın-erkek eşitsizliğinin ortaya koyacağı tabloları, sınıf çatışmasının ve sınıf atlama çabalarının oluşturduğu yaralanmaları gözler önüne seriyor.
Herkes, Ne Kadar Eşit?
Soylu ve aristokrat bir aileye mensup olan Julie, yetiştiriliş tarzından dolayı hem annesini suçlayan hem de babasından intikam almaya çalışan güçlü, hırslı ve aslında hem sınıfsal hem de cinsiyet rollerine sıkışıp kalmış ve sınırlarını kaldırmaya çalışan bir kadındır. Çocukluğundan beri erkeklerden nefret eden, bir anlık boşluğuna denk gelen zamanları da "zaaf" olarak nitelendiren Julie, Jean'la yaşadığı kaçamaktan sonra bir çıkmaza sürüklenir. Tıpkı Jean'ın kont unvanına ulaşmak için Julie'yi basamak olarak kullanması gibi, Julie de evin uşağını, kimliğine kazınmışçasına sorumluluğunu taşıdığı tüm toplumsal rol ve statülerinden sıyrılmak için kullanır. Julie'nin aristokratik konumunu reddetme çabasını ve sosyal sınıf olarak kendinden daha alt tabakadan bir erkekle beraber olmasını, hem annesinden hem babasından hem de eski nişanlısından almaya çalıştığı intikam için bir yol olarak görmek mümkün. Belki de bilinçaltının bu itkileri, "Siz, içinde doğduğum sınıfın hiçbir zaman dışına çıkamayacak oluşumu anımsatıyordunuz bana." sözlerinde en açık şekilde ifade bulur. Ancak Jean'ın odasında yaşadıkları ilişkiden sonra Jean'ın kaba, duygusuz ve menfaatperest davranışları Julie için koskoca bir hayâl kırıklığı ve pişmanlığa sebep olur ve oyunun içinde başka bir oyun gelişir. Yaz dönümü gecesinde yapılan parti, herkes için bir kırılma noktası olur ve efendiyle uşak arasındaki hiyerarşi tepetaklak olur. Bir uşak karşısında daha soysuz bir pozisyona düşerek kendi onurunu ve ailesinin soyunu yerle bir ettiği düşüncesi Matmazel Julie'yi intihara kadar sürükler.
Natüralist bir trajedi olarak nitelenen metinde Matmazel Julie karakteri, özgür iradesi olan birey kadından ziyade, yetiştiriliş tarzı ve genetik özelliklerinin bir sonucu olan âraftaki kadın şeklinde kurgulanmış. Kristin ise her ne kadar dik duruş sergileyen biri gizi gözükse de esasında kabullenişi daha fazla olan bir yapıda… Özünde iki karakter üzerinden ilerleyen oyunda, kendi aralarındaki "oyun" sayesinde kimliklerinden sıyrılıp sıyrılamayacaklarını görmeye çalışan Jean ve Julie, kısa bir süreliğine birbirlerinin konumunu aldıklarında "belki de aslında sanıldığı kadar fark yok insanlar arasında" sonucuna ulaşırlar.
Oyun Ekibi…
Kılçık Mekân'da seyirciyle buluşan oyunun, sahnenin kısıtlı imkânları ve dar alanına rağmen, rejisini yapmak, seyirciyi sıkmadan, adeta tıkır tıkır işleyen zekâ dolu bir tasarımla ortaya koymak pek kolay bir iş değil ki oyun metninde daha ilk cümlede, olayın geçtiği yer "1880'lerde İsveç'te bir taşra konağının geniş mutfağı..." diye tasvir edilir. Dolayısıyla "Matmazel Julie" oyunu geniş bir alan istemektedir. Tüm bunlara rağmen yönetmen Tufan Karabulut tarafından öyle ritmik ve bir o kadar da matematiksel reji uygulamaları gerçekleştirilmiş ki seyirciye çok daha geniş mekân hissi verecek bir derinlik oluşturulmuş. Bu, çok açık bir şekilde yönetmenin başarısıdır. Sadece doğru bir sahne kullanımı ve güçlü bir reji ortaya koymayıp, yanı sıra oyunun çevirmenliğini de yapmış olan Karabulut, oyundaki üçlünün arasındaki psikolojik gerilimi, cinsiyet tartışmasını, sınıf çatışmasını, sosyo-eokonomik durumların kimi insanların ahlâkî durumlarına da ne denli ağır darbeler vurabileceğini de derinlemesine analiz etmiş. Bütün bunlarla yetinmeyip üstüne kendi yaşına nazaran daha genç olduğu oyunun metninden anlaşılan ve dinamizm gerektiren uşak Jean karakterini de oynuyor ve rolün üstesinden gelmeye gayret ediyor. Neden direkt "üstesinden geliyor" diyemiyorum; zira Karabulut'un oynadığı oyunların neredeyse tamamını izleyen bir eleştirmen olarak, yine hep aynı mimiklere, aynı ses kullanımına, aynı jestlere tanık olduğumdan... Bu oyundaki rol başarısı sadece, karakterin "kaypak" bir yapıda olduğunu iyi irdeleyip o duyguyu seyirciye geçirmesinde ve enerjisi çok üst olan rolde yüksek bir performans sergilemeye gayret etmesinde yatıyor. Onun haricinde yine hep aynı Tufan Karabulut'u gördük ne yazık ki!
Julie karakterini oynayan Yeşim Alıç'ın oyundaki performansı takdire şayan. Julie, oyunun başından sonuna kadar sarhoştur. Sarhoşu oyunun içinde belli bir epizotta dahi oynamak zorken ve birçok oyuncuda da yer yer inandırıcılık yok olurken ya da sarhoş tiplemelerinde abartıya kaçılırken Alıç'ta bunların hiçbirini görmüyoruz. Aksine sarhoş birini canlandırmasına rağmen sahici enerjisinden hiç taviz vermiyor ve rol kişisinin her duygusunun anlaşılır olmasına özen gösteriyor. Oyuncunun, Julie karakterinin ruhsal durumunu ve bilinçaltında yatan çocukluk anılarının ne olduğunu çok doğru analiz ettiği bariz görülüyor. Alıç, oyunun başından sonuna dek tutarlılığından hiç taviz vermiyor.
Oyunda Kristin karakterine Gülşah Yiğit can veriyor. Kristin belli bir sınıfı net şekilde temsil eden bir karakter olmasına rağmen oyuncunun bunu kavradığını pek göremiyoruz. Alt sosyal tabakadan bir kişi olan Kristin'i daha sert ve çoğu zaman kavgacı bir üslûpta yorumlayan ve belki de ancak bu şekilde alt sosyal tabakanın isyanını verebileceğini düşünen Yiğit, metindeki Kristin'in çoğu zaman kaderine ve bulunduğu konuma boyun eğen bir durumda olduğunu ıskalıyor. O yüzden de karaktere ters düşen bir tutum içine giriyor.
Sahne ve ışık tasarımı Arda Kavaklıoğlu'na ait. Sınırlı ve dar bir sahnede, oyuncuların alanını da yok etmeden, büyük bir mutfak gerçekliğini oluşturabilmek adına tasarlanan dekor, zengin aksesuar, ışıkta kullanılan renkler ve oluşturulan uzam başarılı ve incelikli düşünülmüş bir tasarım olarak karşımıza çıkıyor.
Julie oyunu, özellikle Yeşim Alıç'ın oyunculuğu, Tufan Karabulut'un rejisi bağlamında bu sezon en çok konuşulması ve değerlendirilmesi gereken oyunlardan…