Kral aileden 'Kral' bir oyun..

Ödülleri çoktan hak etmiş bu iki kıymetli ismin, hem tiyatromuza hem de sinema ve televizyon dünyamıza çok büyük emek verdikleri ve vermeye devam ettikleri herkesin malûmu. Güzin Özyağcılar sahnelerden hiç kopmamıştı ancak son zamanlarda Erdal Özyağcılar yoğun dizi temposundan dolayı tiyatrodan uzak kalmıştı. 5 Mayıs 2014 gecesi düzenlediğimiz törende Erdal Bey ödülünü alırken şu sözleri dile getirmişti: “Bu ödülü bana verdiğiniz için teşekkür ederim.



Çünkü dizi koşturmacasından dolayı uzak kaldığım tiyatrocu yönümü bana yeniden hatırlattı ve bu ödül bana ‘Evet, ben aslında tiyatrocuyum, bunu asla ihmâl etmemem lâzım’ dedirtti.” demişti. Erdal Bey, o akşam verdiği sözü tuttu, ertesi sezon “Hoş Geldin Boyacı” isimli oyunla 18 senelik arayı sona erdirdi ve sahnelere harika bir dönüş yaptı. Geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında ise eşi Güzin hanımla beraber yıllar sonra aynı sahnede buluşarak tiyatro izleyicisini daha da mutlu ettiler. Hem de kendileri gibi tiyatrocu olan Zeynep Özyağcılar’ın kurmuş olduğu Tiyatro Martı yapımı olan ‘Kral’ oyunu ile…



Ölmeyeceğini Düşünen ve Tahta Yapışan Krallar…

Eugene Ionesco’nun yazdığı ve absürt tiyatronun en güzel örneklerinden biri olan ‘Kral Ölüyor’ oyunu, Erdal Özyağcılar’ın dramaturgi çalışmasıyla ‘Kral’ adıyla sahneye taşınıyor. Oyun, 1960’lı yıllarda yazılmış ve artık klâsikler arasına girmiş olmanın yanı sıra zamansız ve mekânsız bir oyun olması ve aynı zamanda iktidar hırsı, makam sevdası, liderlere atfedilen uyduruk sözler ve mübalağalı nitelikler, ölüm korkusu, ölümsüzlük tutkusu, genç ve güçlü kalma hevesi, zalim-mazlum ilişkisi gibi genel konuları ele alması hasebiyle de dünyanın neresinde ve hangi zaman diliminde oynanırsa oynansın güncelliğini yitirmeyecek bir yapıya sahip. 



Güç Zehirlenmesinin Sorumlusu Kim?
Karşımızda 400 yaşında olan ve yüzlerce yıldır tahtta kalan bir Kral var. Kral, o denli bir güç zehirlenmesi yaşıyor ki sadece saraya ve halkına değil, aynı zamanda doğadaki tüm olaylara da hükmedebileceği iddiasında bulunuyor. Bu sanrısal ve Tanrısal iddiaya kendisi gibi çevresi de inanıyor. Zaten onun bu kadar sarhoşça bir zehirlenme yaşamasının tek müsebbibi kendisi değil; neredeyse bütün iktidar heveslilerinin ve muktedir kalma uğruna adeta aklî melekelerini ve duygularını yitiren birçok liderin etrafında biriken ve liderleri bu hastalıklı tutkuya sürükleyen menfaatperest çevresi de Kral kadar sorumludur. Fakat aynı kişiler, Kral’ın artık hayata veda edeceğini ve gücünün tükendiğini anladıkları vakit aynı hızla ondan kurtulmaya ve uzaklaşmaya çalışmaktadır. Buna, ilk eşi Kraliçe Margarite, doktoru ve muhafızı da dâhildir. O kadar ki kendisinin hayatını kurtarmakla mükellef olan ve sarayın kâhinliğini de yapan doktoru, bu gücün yitimini anladığı vakitten sonra bir cellada dönüşecektir. Ancak yavaş yavaş hem iktidar kudretini hem de fiziksel gücünü yitiren ve ömrünün sonuna geldiği her hâlinden belli olan Kral, bunu bir türlü kabullenemediği için çevresine olur olmaz emirler yağdırmaya başlar. Bir yandan hâlâ gücünün yerinde olduğunu ispat etmeye çalışır, bir yandan da çevresindekileri samimiyet testine tâbi tutar. Oysa ikinci eşi olan Kraliçe Maria haricinde kimse bu sadakati tam anlamıyla göstermez. Ve malûm son gelir çatar. Saray erkânının, hem hayata hem de tahta büyük bir hırsla bağlı olan Kral'a artık yolun sonuna geldiği gerçeğini söylemeleri gerekmektedir. Zira söylemeseler de bir şey fark etmeyecektir çünkü yolun/oyunun sonunda Kral ölecektir. Kral, genç ve güzel İkinci Kraliçe Maria ile gününü gün ederken gücünün ne kadar zayıfladığını, ülkesinin ne kadar yönetilemez bir hâle geldiğinin farkında dahi değildir. Bu gerçekle yüzleşmeye de hiç niyeti yoktur. Bu süreç hiç kimse için kolay olmayacaktır.



Uyumlu Ekip, Başarılı Oyun…
Esasında her yönüyle acıklı olan bu hikâye, absürt bir şekilde kaleme alındığı için, bir komedi niteliği taşıyor. Birinci ve ikinci dünya savaşlarının art arda yaşanmasından ve imparatorluklar çatısı altında iç içe yaşayan halkların bölünüp birbirlerine hunharca davranmalarından sonra, duyarlı olan insanlar, bunca barbarlıktan ve yıkımdan sonra neredeyse birçok olaya ve duruma anlam yüklemekten uzaklaşmış, daha önemsiz bakmaya başlamışlardır. Çünkü anlam yükledikleri her şey bu dehşetengiz dönemlerle birlikte bir bir ellerinden kayıp gitmiştir. Bu yolu tercih etmezlerse, nice akıl almaz olaylardan sonra ellerindeki en mühim değer olan umudu ve sevgiyi de yitireceklerinden korkmuşlardır. İşte böyle bir dönemin eseri olan bu oyunda yazar Ionesco, seyirciye acıklı gerçekleri bir güldürü formunda sunmuş. Oyunun yönetmeni Serkan Üstüner de yazarın üslûbuna ve derdine sadık kalacak bir reji yapmış. Zaten oyunun çok açık olan derdini, hiç didaktik bir dil kullanmadan, bir yanıyla bir komedi oyununu sahneye aktardığı gerçeğini de aklından çıkarmadan seyirciye vermiş. Yer yer acıklı ve seyirciyi düşünmeye sevk eden havayı estirmeyi de ihmâl etmeyen yönetmenin, ucuz ataklarla siyasî gönderme yapma sakilliğine düşmemesi de iyi olmuş. Zaten oyun yeteri kadar söyleyeceğini söyleyip, taşlamasını yapıyor; üstüne laf söyleyip oyunun üzerine çıkma gayreti bu yapımın değerini yitirmeye sebebiyet verirdi. Oyunun sonunda değişiklik yapması da çok manidar olmuş. Bütün bunlarla beraber, sahnenin tamamını çok orantılı bir biçimde bölüp kullanması teknik açıdan da seyircinin oyundaki karakterleri yerli yerine oturtup yorumlaması bağlamında da doğru olmuş. Ancak oyunun en başında her karakterin kendisini seyirciye tanıtırcasına sahneye tek başlarına girmeleri daha hızlı olmalı diye düşünüyorum. Zira o yavaşlık, oyunun sonraki temposuyla uyumlu olmadığı gibi seyirciyi daha en başta akıcı bir oyun olmadığı hissine sürüklüyor. 



Oyunun dekor tasarımı Cihan Aşar’a, kostüm tasarımı ise Candan Seda Balaban’a ait.  Sahnenin tam ortasında ve biraz yüksekçe bir şekilde konuşlandırılmış gösterişli bir taht olan dekor, arkasındaki kırmızı perdeler, hiyerarşiye göre yerleştirilmiş kraliçelerin tahtlarıyla gayet etkileyici olmuş. Kostüm tasarımları yönetilemeyen bir ülkeye, kudretini yitiren bir krala ve erk merkezi olmaktan çıkmış bir saraya uygunluk arz ediyor. İlk etapta bakıldığında kraliçelerin çok gösterişli ve göz alıcı kıyafetleri var. Fakat daha da dikkat edildiğinde elbiselerin eteklerinin yıpranmış hatta adeta yanmış olduğu görülüyor. Sanki zaman içinde üzerlerinde parçalanmış gibi. Candan Seda Balaban, karakterlerle ilgili tüm detayları kostümlerin üzerine işlemiş. Fakat şunu sormadan edemeyeceğim; Kraliçe Maria’nın ayakkabı markasının o denli görünür olmasının bir açıklaması var mı acaba? O da absürtlüğe dâhil değildir herhalde! 

Oyunun yine başarılı yönlerinden ışık tasarımı Mahmut Özdemir, koreografisi Handan Ergiydiren, müzikler ise Orhan Enes Kuzu imzası taşıyor. 



Ve Oyunculuklar…
Güzin (Birinci Kraliçe Margarite)  ve Erdal Özyağcılar (Kral Birinci Beranger) çifti, mükemmel oyunculuklarından dolayı özel bir unvan almalılar. Dinç duruşları, dimdik hâlleri, esneklikleri, seslerini harikulade şekilde kullanıp öne atmaları, diksiyonları o kadar iyiydi ki gençlere taş çıkaracak nitelikteydiler. Oynarken adeta eğleniyorlardı. Onları birlikte aynı sahnede görmek keyifliydi. Kendileriyle oynarken çok şey öğrendiklerini düşündüğüm diğer oyuncular Merve Engin İkinci Kraliçe Maria’ya, Barış Kıralioğlu doktor, astrolog ve cellâta, Gözde Çetiner saray hizmetçisi Jülyet’e, Ferdi Alver saray muhafızına can veriyor. Oyuncuların tamamı daha önceden de farklı oyunlarda izlediğim kişiler. Gayet başarılı bir performans sergiliyorlar. Hepsi hikâye içinde çok önemli yerlere sahip olduğunun farkında olarak oynuyorlar. Oyununun dinamizmini yakalıyor ve rollerinin hakkını veriyorlar. Ancak bir kişi hariç; Merve Engin… Engin, bu oyunda varla yok arasındaydı. Durağan bir oyunculuk sergiliyordu ki normalde öyle bir oyuncu değildir. Umarım sadece benim izlediğim seansla alâkalı bir durumdur.

Kral, sezonun iyileri arasında yer almasının yanı sıra, iki usta oyuncunun sahnede olduğu ve oyunculukla hemhâl olmuş bir ailenin emek verdiği bir oyun olmasında dolayı, tiyatroseverlerin ajandalarına kaydetmeleri gereken bir yapım…

OGÜNhaber