Orada kız kardeşlerin kıskançlığını da ele alabilirdik lâkin onların kıskançlığında iktidarı ele geçirme temelli bir güç savaşı söz konusu olduğundan ve ona benzer hem o dönemde hem de babadan evlâda geçen bütün devlet yönetimlerinde sıkça rastlandığından ve karşılaşılabilir bir yönetimsel mekanizma gereği diye telakki edildiğinden daha psişik bir rahatsızlığa işaret eden ve âdeta hezeyanlarla dolu olan, nihayetinde amacına ulaşması durumunda dahi bir türlü son bulamayan bir kardeş kıskançlığını ele almanın daha doğru olacağını düşünerek Edmund karakterini analiz ettim.
Bu yazıda ele alacağımız kıskançlık türü ise eşler ve çiftler arasındaki kıskançlık hâli. Aşırısı kişinin kendisine, karşısındaki bireye, hatta çevresindekilere de zarar verecek boyuta gelen bu kıskançlık türünün en iyi örneklerinden biri de yine Shakespeare oyunlarından birine ismini veren Othello.
Kıskançlık, İlişkinin Macunu mu Kanseri mi?
Kıskançlık, türleri ile beraber insanın yapısında var olan doğal bir duygudur. Genelde sansürsüz bir şekilde ortaya çıkar. Yani insanlar bu duyguyu ekseriyetle farkında olmadan ve kendilerine engel olmaksızın yaşar ve yaşatırlar. Fakat insanoğlu fiziksel, psikolojik ve sosyal yönden geliştikçe duygu ve dürtülerini de içinde bulunduğu ortama göre kontrol altına almayı öğrenebilir. Zaten yaşın ilerlemesiyle beraber aile üyelerimiz, sosyal çevremiz, aldığımız eğitim, okumalarımız, gezdiğimiz yerler, gördüğümüz ortamlar, çalıştığımız yerler, yaptığımız işler, kurduğumuz ilişkiler bize sınırlarımızı da bir bakıma öğretir. Sırasıyla oral, anal, fallik dönemi atlatan çocuk, toplumun diğer bireyleri, kurumları ve katmanlarıyla daha yakın ilişkiler kurmaya başladığı dönem olan latens evrede bilinçaltından gelen dürtüleri (cinsellik, saldırganlık, bencillik, her şeye yalnız başına sahip olma arzusu, herkesi ve her şeyi kontrol etme isteği, kıskançlık, paylaşmama gibi) daha da zapturapt altına almaya başlar. Ancak bu dürtülerden bazıları, yeri geldiğinde müeyyide uygulayan toplum kurallarının ve hukuk sisteminin aksine bir duruma neden olmuyorsa kişinin kendisini engellenmesi zordur. Hatta bu yönlerini fark etmesi bile neredeyse yok denecek kadar azdır; fark ettiğinde de herhangi bir olumsuz tepkiyle karşılaşmayacağını bilirse, değiştirmeyi tercih etmeyecektir. İşte kıskançlık tam olarak bunlardan birisidir. "Şayet bir kişide kıskançlık varsa bu kişi kesinlikle engellenemez bir duygu dünyası içindedir" demek mümkün değildir tabi. Kişi, kimi zaman çevresindeki insanların tavırlarından, kimi zaman geçmiş yaşantılarından (çocukluk, aile, kişiler arası ilişkiler vb.) ve kimi zaman da kıskançlık beslediği insanın tavırlarına bağlı olarak kıskançlık hissinin derecesini veya zararlarını azaltabilir ya da tam tersi; arttırabilir.
Kıskançlık türleri arasında, birçok evliliği ve ilişkiyi zora sokan eş kıskançlığı en bariz olanlardandır. Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, normal kıskançlığın bile mantık dışı bir olay sayılması gerektiğini, böyle bir duygunun bilinç denetimi altında olmadığı gibi, dış dünyanın herkesçe paylaşılan gerçekliği içinde yaşanan durumlarla orantısız olduğu görüşünü dile getirmiştir. Ancak eş kıskançlığı için bu denli keskin bir çizgiyle reddiyeci bir tutum sergileyemeyeceğimiz gibi, kimi ilişkilerde kişinin sevdiği insana değer vermesi, bu değerle ilgili hassasiyet göstermesi ve sevdiği kişinin güzel taraflarını sürekli olarak aklında bulundurması bağlamında bir yanıyla da faydaları bulunan bir duygudur. Ölçüsü oranında, karşılıklı kabulle, karşı tarafı sıkmadığı ve özgürlükleri sınırlandırmadığı müddetçe eş kıskançlığının aradaki sevgiyi ve aşkı kuvvetlendirdiği dahi kimi zaman gözlemlenmektedir. Lâkin kıskanma duygusunu kaybetme korkusu ve aşırı derecede güvensizlik (kişinin hem kendine hem de karşı tarafa beslediği güvensizlik) gibi duygularla beraber yaşamaksa, ilişkiyi tehlikeli ve dengesiz bir hâle sokar. Kişi kaybetme korkusu ile – kaybetmemek ve ”elinde tutmak” adına – baskıyı, kuşkuyu, şüpheyi ve bütün bunların yanı sıra karşısındakini sözde memnun etme çabasını fakat daha çok kendi hoşlandığı ve müsaade etmekten haz duyduğu şeyleri abartılı biçimde yapar, karşısındaki insanın özgürlük alanını gitgide daraltır. Taraflardan bu daralmayı yaşayan kişi kendisine uygulananlar karşısında tepki gösterince kıskanan kişi bu tepkiyi farklı yorumlayıp kıskançlığında ve baskısında haklı olduğu sanrısına kapılıp kendisini daha da onaylayarak kısır ve saplantılı şüphelerinin ve baskılarının dozunu arttırmaya başlar. Nihayetinde kıskançlık, kimi zaman fiziksel, sözel, cinsel ve psikolojik şiddete kimi zaman da sistemli bir paranoyaya dönüşür. Paranoyaya dönüşen kıskançlık hâli ise daha önceden var olan kendine ve karşı tarafa güvensizlik, aşırı sahiplenme, kaybetme korkusu gibi duygularla da birleşince çok elim sonuçlar doğurabilir. Tıpkı Shakespeare’in Othello tragedyasında olduğu gibi…
Büyük Bir Sancı: Aşırı Kıskançlık…
Othello, salt Shakespeare’in tragedyasına isim veren karakterin adı değil, aynı zamanda psikolojide bir rahatsızlığın da adı olmuştur. Literatürde, eşler ve çiftler arasındaki psikotik epizot boyutuna varan kıskançlık “Othello sendromu” olarak anılır. Bu sendrom, kişinin sevdiği birini hastalık derecesinde kıskanması durumu olarak ifade edilir. Kişi, belirgin bir psikoz içerisindedir. Gerçeği değerlendiremez. Korku ve panik yaşar. Fevrî davranarak yanlışlar yapar. Düşünceleri ve duyguları büyük ve ağır oranda bozulur. Başkaları tarafından belki de hiç içinde olmayı istemediği kimi olayların içine kolayca çekilir. Bunlarla beraber, kendisi de başkalarını kolayca işin içine çeker; Othello tragedyasında Iago’nun Othello’yu çok kolay bir şekilde etkisi altına alması ve Othello’nun Cassio’nun da kesinlikle suçlu olduğuna inanması buna net bir örnektir. Sevgilinin yitirilme tehlikesi, ayrılık korkusu, sevdiği kişinin sevgisinin yok olacağı endişesi, yine sevdiğinin onu beğenmemesi ve yerine bir başkasını ikame edeceği düşüncesi, sevilen kişiye ve bir rakibe karşı duyulan düşmanlık ve kendine saygıyı azaltan narsistik darbe kıskançlık duygusunu oluşturan temel ögeler hâline dönüşür.
Kişinin sanrılarının başlıca teması, eşinin ya da sevgilisinin sadakatsizlik göstermesidir. Bu düşünceye gerçekçi bir neden olmadan gelinir ve bu keskin inanış küçük "kanıt"larla desteklenen doğru olmayan çıkarımlara dayandırılır ancak bir yanıyla da sistematik ve sıralıdır; Othello’nun eşi Desdomana’ya verdiği mendilin ortadan kaybolması da Othello’nun sanrılarını arttırır. Oysa mendilin kaybolması bu denli büyük bir paranoyayı şahlandırması için tek başına yeterli bir sebep değildir. Bütün bunlar toplanır ve sanrıyı doğrulamak üzere kullanılır. Böyle bir varsanımı olan kişi, genellikle eşini ya da sevgilisini sözde bir yüzleştirmeye girişir ve kendince imgesel sadakatsizliği ortaya çıkarma ve dahi bozma girişimlerinde bulunur (eşinin özgürlüğünü kısıtlama, gizlice eşini izleme, hayâlî âşığı araştırma, eşine her türlü saldırıda bulunma gibi). Bu nedenle bu kişilerin tehlikeli olabileceği, şiddete ve nihayetinde ölüme ve öldürmeye bile başvurabileceği unutulmamalıdır.
Shakespeare’in tragedyasındaki Othello karakteri, hırslı, coşkulu, görkemli, hareketlerinde abartılı bir karakter yapısına sahiptir. Kendisinden adeta enerji fışkırmaktadır ki bu enerji çoğu zaman çevresindeki insanlara mutluluk ve güven bile aşılamaktadır. Zira bunlar otoritenin ve erkin gereklerindendir. Güçlü ve soylu bir aileden gelen Othello, bu sebeple önceleri kendine her yönden "güven" duymaktadır veya öz güveni yüksekmiş gibi bir imaj çizmektedir!
Othello’nun çok sevdiği eşi Desdomana ile mutlu bir evliliği vardır. Dışardan da öyle görünür. Eşini çok sevmektedir. Hem de "çok kıskanmaz ama bir kez kıskandığında ise kendini kaybeden biri" diye nitelendirilebilecek kadar sevmekte ve kıskanmaktadır. Oysa "asla kıskanmam" diyenler, çoğunlukla kendini başarıyla gizleyen asıl kıskançlar olabilmektedir. Bu kişilerin kendilerini gizleme nedeni ise açıktır: Çünkü kıskançlık, kendilerine yakıştıramayacakları en olumsuz duygudur. İşte bu, Othello için barizdir. Othello, hem soyluluktan hem de yapmış olduğu kahramanlıklardan ötürü kendisine güven duyan bir insan olarak kıskançlık hissetmemesi gerektiği duygusunu içten içe yaşıyor olmakla beraber bu durumu sürekli olarak baskılamaya çalışmaktadır. Ta ki eşine hediye ettiği mendilin kaybolmasına kadar… Othello, mendilin kaybolmasından sonra eşine büyük bir güvensizlik duyumsar. Böylesine basit bir gösterge ile onun kendisini aldattığını düşünür. Çok sevdiği ve "güvendiği" eşinin sadakatinden ve sevgisinden şüphe duyar ve bir müddet sonra buna tamamen kendisini inandırır. Oyun içerisinde de söylediği bazı sözlerle artık şüpheye yer bırakmayacak şekilde eşinin kendisini aldattığına kâni olduğunu açık şekilde gösterir. Sadece inanmakla kalmayıp bir yandan da aldatmanın intikamını korkunç bir şekilde almayı bile tasarlar;
“Neden, ruhum, aklımdan çıkmamalı, neden?
Siz el değmemiş yıldızlar, söyletmeyin beni!
Nedeni önemli. Ama kanını akıtmayacağım yine de;
Yara izi bırakmayacağım onun kardan beyaz cildinde,
O ak mermerden yapılmış heykeller kadar pürüzsüz teninde.
Işık sönsün, sonra da -sönsün ışığı!
Ama ölmeli, yoksa baştan çıkarır başka erkekleri.”
Othello bu sözleri ile kıskançlığının ne denli tehlikeli bir boyutta olduğunu gösterir. Önce sevgisinden ötürü eşine sadece zarar verebileceğini söyler fakat bununla yetinmeyeceğini anladığında onu ancak öldürmekle rahatlayabileceğini ifade eder. Hem de ardı ardına cümlelerde… Onu yaşatmama isteğinin altında sadakatsizliği cezalandırmanın yanı sıra bundan sonra da sürekli kendisini aldatabileceği korkusu yatmaktadır. Othello bilinçaltında bunları yaşamıyor olsaydı eşi Desdemona’ya hediye olarak verdiği mendilin kaybolmasından ötürü böylesi bir güvensizliği belirgin bir şekilde hissetmezdi; hissetse bile kendi içinde hâlleder veya içini rahatlatmak maksadıyla karşı tarafı suçlamaksızın daha açık bir iletişime geçerdi. Derhal eylemsel bir harekete geçmeyi tasarlamazdı. Ayrıca Iago’nun kötü bir karakter yapısına sahip olduğunu düşünmesine rağmen, eşinin sözlerine ve sevgisine inanmak yerine Iago’ya inanmayı tercih etmezdi. Oysa Desdemona, Othello’nun karısı olmaktan hep onur duymuş, ona karşı sevgi dolu olmuş, bunu belli etmiş ve her daim anaç davranmıştır. Eşini memnun etmeye çalışmaktan ve yapmayı sevdiği elişlerinden başka hiçbir uğraşı olmayan Desdemona’nın en belirgin yanı, Othello’yu çok sevmesidir. Othello’nun şüphe duyduğunun aksine eşine sadakatle bağlı olan bir kadındır.
Desdemona, Othello tarafından kendisine hediye edilen mendilin kaybolma anına kadar "şüphe" uyandırabilecek hiçbir tavırda bulunmamışken Othello’nun böylesine bir kıskançlık duygusunu beslemesi, sadece duygu beslemekle kalmayıp şüphelerini adeta doğrulamak istercesine Desdemona’yı takip altına alması, Desdomana’ya ve bir zamanlar yaveri olan Cassio’ya inanmak yerine pek hazzetmediği Iago’ya inanması ve bu paranoya sonucunda da hem çok sevdiği eşi Desdomana’yı hem de Cassio’yu öldürmesi Othello’da var olan kıskançlık sendromunun ve paranoyanın ne denli vahim olduğunu göstermektedir.
Önemli Not: Bir insanda birden fazla patolojik durum ya da sendrom olabilir. Othello tragedyası üzerine yaptığımız bu incelemede Othello’nun eşine karşı duymuş olduğu patolojik kıskançlık üzerinde durduk. Othello karakterinde psikolojik açıdan bakıldığında başkaca patolojik durumlar olduğu da ortaya çıkmaktadır. Yani bu yazımıza Othello İncelemesi-1 demek daha doğru olacaktır. İlerleyen yazılarımızda aynı karakter üzerine incelemelerimizin devamı gelecektir.