Rivayete göre, halk tarafından bir azize olarak görülen fakir köylü kızı Jeanne'ın efsaneleşen ve gitgide toplumu bilinçlendiren ve sahtelikleri birer birer gün yüzüne çıkaran gücünden korkan iktidar, onu engizisyon mahkemesinde yargılar. Jeanne d'Arc bütün baskılara rağmen "suç"unu itiraf etmeyince ölüm cezasına çarptırılır ve 1431'de yakılarak idam edilir. Ölümünden sonra hakkında yayılan efsane daha da güçlenir ve yıllar sonra kilise onu azize olarak ilan etmek zorunda kalır. Ancak bazı tarihçiler tarafından da Arc’lı Jeanne diye geçen Jeanne d’Arc’ın bir soyadının bulunmadığını, sadece yaşadığı yerle bilindiği için gerçekte yaşamamış olduğunu yazılmaktadır. Batı kültürünün ulus-devlet ve din çatısı altında insanları vahşice katlettiği gerçeğinin yanında bazılarının da birilerini ilan ettiği gibi Jeannne’i da azize ilan ettiği ya da halkın onu öyle gördüğü belirtilmektedir. Her ne olursa olsun, Jeanne d'Arc efsanesinin bugüne kadar gelmesi ve hâlâ zorbalığa karşı direnişin simgesi olması da sugötürmez bir gerçektir.
Jeanne d’Arc “Öteki” Şekilde Bile Ölmez!
Bulgar yazar Stefan Tsanev'in, Jeanne d'Arc efsanesinden yola çıkarak kaleme aldığı "Jeanne d'Arc'ın Öteki Ölümü" adlı oyunu, temelde bireyin egemen ideoloji tarafından din ve milliyetçilik gibi kavramların kullanılarak nasıl abluka altına alınmaya çalıştığını anlatır. Savaşta ölen Jeanne d'Arc'ın kahramanlaşmasından korkan iktidar, parlak bir fikir bulur. Zinadan ölüme mahkûm olmuş Jeannette adlı bir kadın oyuncudan Jeanne d'Arc rolü yapmasını isterler. Eğer rolünü iyi oynar, af diler, Jeanne d'Arc'ı halkın gözünde küçük düşürmeyi becerirse hayatı bağışlanacaktır. Ancak mahkûm kadın önceleri bu rolü bihakkın vermek için hücresinde çaba gösterse ve rolüne girmeye çalışsa da yapamaz; Jeanne d’Arc gibi davranarak mahkeme ve halk karşısında özür dilemek içine sinmez. Ve o da Jeanne d’Arc ile aynı sona mahkûm edilir ancak yer yer komedi öğeleriyle bezenen oyun, egemen ideolojiler karşısında insanın zaferini onaylayarak son bulur.
"Öteki" Kavramına Bir Bakış…
Oyunu salt bir olay örgüsü olarak değerlendirdiğimizde bile cezbedici ve akıcı bir hikâyesinin olduğunu görürüz ve fakat bununla sınırlı kalırsak kısır bir analize tabi tutmuş oluruz. Satır aralarına bakmak ve vermek istediği yalın mesajın yanı sıra ironik ve öte yandan derinlik katan yan fikirlerine bakmakta da fayda var.
"Jeanne d'Arc’ın Öteki Ölümü"ndeki "öteki" kelimesi, yüzyılımızın başat kavramlarından biri şeklinde benliğimizi işgal etmeye çalışıyor. Peki, neden öteki? Bunu sadece sosyolojik anlamı ve görünenin diğer yüzü şeklinde ifade edemeyiz. Çünkü oyunu referans aldığımızda oradaki ötekinin tek bir ötekilik taşımadığını, metnin derinlerine dramaturjik mercek tuttuğumuzda, Jeanne d’Arc’ın Ortaçağda yaşayan bir kadın olmasının yeterli gelmediğini görmekteyiz. Oyunda günümüze dair de genel bir sistem eleştirisi yapılmakta; ötekilik, etnik, tarihsel, cinsel politik kimlikler ekseninde de bir değerlendirmenin olduğunu görmekteyiz.
Oyunu yazan Bulgar asıllı Stefan Tsanev’in de içinde olduğu kültür, Balkan katmanını temsil etmektedir ki kendisinin ülkesi de Avrupa Birliğine dahi en geç alınanlardan biridir. Bulgaristan, Batı ve Orta Avrupa’dan sonra, o birliğin son halkasını meydana getiren ülkelere dâhildir. Bu yüzden, oyun derdi ve yazıldığı dönemin koşulları itibariyle de baktığımızda hayli karmaşık bir döneme -Yugoslavya’nın dağılışı, SSCB’nin yıkılışı, ABD’nin yükselişi vb.- bir döneme denk gelmektedir.
Kapitalizmin her yere yayıldığı dünya düzeninde, burjuva, işveren, sömüren, rol kesen, sisteme bir şekilde eklemlenen olunmadığı zaman tamı tamına bir öteki olunması durumu bugün de tartışılmaktadır. Hatta sisteme bire bir eklemlenen kişiler tarafından da konu ateşlice tartışılmaktadır. Bu tartışmayı sanat boyutuna sıçrattığımızda, “Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü”nde Ortaçağ, kadınlık, feminizm, din ve siyasî ilişkiler üstünden anlatılmış, merkezdeki üniversite hocaları, din adamları, siyasetçiler, yöneticiler ve ağırlıkla erkek egemen oluşum da bu eleştiriden nasibini almıştır.
Oyun, Avrupa’nın üçüncü dalga kesiminden bir yazar tarafından yazılmış, dolaylı olarak komünizmin yıkılışını referans vermiş, dağılan Yugoslavya’ya ve yeni Bulgaristan’a değinmiştir. Fakat bu, yakın zamana ait bir tarihle yapılmamış. Ortaçağa gidilerek, Batı Avrupa (bugünkü AB) ve bir yanıyla da ABD yapısal olarak eleştirilmiştir. Biliyoruz ki bugün kadın hakları, çocuk hakları, insan hakları, etnik kimlikler, otantikliğe yöneliş gibi başlıklar açılabiliyorsa, bunlar ağırlıkla Ortaçağda temellenen, Rönesans’ın aydınlık değil, karanlık tarafıyla da devam eden ve sömürülerle beraber genişleyen sanayi devrimiyle gelişmiştir. Onlarca kişi köleleştirilmiş, hizmetçi olarak kullanılmış, seks objesi yapılmış, insanlar (kadınlar ve çocuklar bile) öldürülmüştür. Batı’nın bugün Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkelerine vermeye çalıştığı insanlık dersleri, kendilerinin bir tür günah çıkarması veya yaptıkları haksızlıkların üstünü örtme çabası maalesef bir yandan da sanayi devriminin robotik mücadelesinin, yeni iş gücü arayışının ve neo-sömürgeciliğin önünü açan bir ikiyüzlülüğe de tekabül etmektedir. Zira dünyada refah ve huzur içinde yaşamanın temellerini oluşturmaya çalıştığımızda da bir dikotomi ile karşı karşıya kaldığımızı görürüz; Batı olmadan da olmaz, olsa da olmaz. İlerleme de gerileme de ne yazık ki şu dönemde onun yüzündendir.
Oyun Ekibi…
Temaşa Tiyatro tarafından sahnelenen oyun, yönetmen Onur Atacan tarafından hareketin yanında söz ağırlıklı bir teatral anlayışla ve epik anlatımla sahneye konulmuş. Güldürü yönüne de ağırlık veren yönetmen, oyunda siyasî taşlamalardan çok, dinî taşlamaları merkeze almış. 21. yüzyılın dini sorgulayıcı yanını “Hıristiyanlık” ekseninde irdelemiş, bu noktadan, insanın varoluşuna, hatta kadının erkek egemen yapılardaki var olma savaşına ironik bir yaklaşım getirmiş.
Oyun, aslına sadık kalınarak Jeanne d’Arc, Tanrı ve Cellat üstünden bir üçgen çevresinde ele alınmış. Buradaki üçgenin en büyük açısının kime ait olduğunda dair Atacan bir tercihte bulunmamış. Bu tercihle, oyunun çatışmasını ve sahne trafiğini daha sürükleyici kıldığı bir gerçek.
Jeanne’nin Fransa Rouen Hapishanesi’nde, 29 Mayıs’ı 30 Mayıs’a bağlayan 1431 gecesi, ertesi gün gerçekleştirilecek ölümünü beklemesi üzere Cellat tarafından getirilip çan sesleri ve kilise ezgileri eşliğinde sahneye (hücreye) atılması, merak unsurunu tetiklemekte ve gerilimi daha oyunun başında ortaya koymaktadır. Fakat bu gerilim yönetmenin ironi ve komedi ağırlıklı bir oyun yönetmesiyle bir nebze olsun hafifletilmiş. Bu tutum, sadece kara mizah şeklinde değil, oyuncuların da üslubundan kaynaklı olarak daha açık ve net bir mizaha kaymış.
Oyundaki Jeanne d’Arc’ın yani oynayan Deniz Bolışık’ın saf bir kadından ziyade, dik duruşlu tavrı, hazırcevap oluşu ve kıvraklığı, vatansever ve kahraman Jeanne imajını daha da güçlendiriyor. En büyük teatral tekniklerden biri olan “oyun içinde oyun”, bu oyunda yer alıyor; Jeanne d’Arc ertesi gün af dileyeceği ve ayakkabılarını öpeceği din adamlarının (kilise), üniversite mensuplarının (hocalar ve bilginler), hukukçuların, askerlerin adlarını bir bir sayıyor. Anahtar sahnelerden biri olan bu epizotta Bolışık, Jeanne’nin gelgitlerini çok iyi yansıtıyor. Oynadığı Jeanne hayatla dalga geçercesine, bir kız çocuğu edasıyla sahnede yeri geldiğinde neşe içinde hoplayıp zıplıyor. Umudu bir an olsun elden bırakmıyor. Kurgusal ve öykünmeci erkeksi tavırları (din ve devlet savaşçısı) ve kostümü yok. Kadının ölüme karşı bu meydan okuyuşu da yorum olarak ayrıca takdire şayan.
Oyun metnindeki Cellat karakterini Kayra Şenocak oynuyor. Her zamanki doğal, rahat ve net oyunculuğuyla yine seyircinin hayranlığını kazanıyor. Heybetli ve siyah bir kıyafetle sahneye giriyor. Tanrı’yla Jeanne arasında gidip gelen Şenocak, celladın sınıfsallığı, donukluğu, erkeksiliği ve sertliğini çoğu zaman kaybediyor ki bu yorumu oyunun ironik ve komik yanına daha da hizmet ediyor. Onun sahnelerinde güldürü unsuru ön plâna çıkıyor.
Usta oyuncu Ferdi Akarnur tarafından canlandırılan, insanoğlu tarafından kendi menfaatleri uğruna kullanılan ve suiistimal edilen Tanrı karakteri, Akarnur’un başarılı yorumu sayesinde bütün yüzleştirmeler ardı ardına gerçekleştiriyor. Özellikle o sahnelerde riyakârlıkların tamamı gün yüzüne çıkarılıyor. Kostümleri tasarlayan Şenay Cevrioğlu’nun tercihiyle pespaye bir kıyafetin kullanılması bile esasında insandan istenen şeylerin çok basit ve sade şeyler olduğunun altının çizilmesi bağlamında ibretlik. Bu kıyafeti ve yorumuyla onun hem izleyici, gözlemci, orada olan ama aslında olmayan yanlarını perçinliyor hem oyunun seyirciyi sürükleyebilme riskini taşıyan illüzyonunu kırıyor hem de şaşırtma etkisi yaratıyor. Cevrioğlu’nun kıyafet tercihleri ve tasarımları oyuna ciddi bir güç katıyor.
Nazmi Karabacak’ın tasarladığı yalın dekorda solda Tanrı karakterinin çıktığı yer, sahnenin hemen ortada tek kişilik tahtadan yatak veya oturak, sağ tarafta ise Cellat’ın çıktığı kapı bulunmakta. Tam bir hapishane görünümü verilmiş.
Ses ve ışıkta Samet Yazgı imzası var. Oyun boyunca seçilen müzikler ve ışıklar etkileyici. Oyunun özellikle sert ve çarpıcı yönünü gözler önüne seriyor.
Özetle, Temaşa Tiyatro ekibinin ışık tasarımından müziğine, oyunculuklarından rejisine kadar her türlü görsel ve seyirlik yanı ile özenle kotardığı bir yapım olarak “Jeanne D'arc’ın Öteki Ölümü”, sezonun izlenebilir oyunları arasında yerini alıyor.