İdeal "Çirkin"

Çirkin, günümüz çağdaş insanının desek yeridir belki ama esasında salt çağımızın değil, insanlık tarihine baktığımızda hemen hemen her dönemin ve coğrafyanın temel sorunsallarından biri olan güzellik tutkusuna, daha hoş görünme hevesine, tüm bunlar için ise kapitalist sistemin çarkına bu minvalde de kapılmasına ve ne yazık ki kolay kolay reddedilemeyen "moda" gerçeğinden ötürü aynılaşmayı marifet sayan insanın trajik hâline parmak basıyor. Tabi ki oyun sadece estetik, güzellik, yakışıklılık vb. kaygıları bünyesinde barındıran insanın açmazını sunmuyor bize; beraberinde aile, çalışma hayatı, toplumsal yaşam ve bütün bunların bireyde tesirini gösteren manipüle edici süreçleri de bir bir gözümüzün önüne getirip, eş zamanlı olarak da zihnimizde sorgulatıyor.

Oyunun Konusu…

Çalıştığı firmada bir konnektör icat eden Lette, mucidi olduğu ürünün tanıtımına kendisinin değil de yardımcısı Karlmann'ın gideceğini öğrenince haklı olarak nedenini sorgulamaya başlar. Yardımcısı ona net yanıt veremeyince, patronu Scheffler'e sebebini sorar. Patrondan gelen yanıtla şoke olur: "Rezalet bir suratının olduğunu benden duyma! Yüzün çirkin! Ve bu çirkinlikle de müşterinin karşısına çıkıp bir şey satman olanaksız!". Lette, suratının müşterileri kaybetmeye kadar gidebilecek bir yıkıcılık taşıdığını ve bu yüzden sunuma asistanı Karlmann'ın gönderileceğini duyduğu o an ne diyeceğini bilemez bir hâlde soluğu eşi Fanny'nin yanında alır ve ona yüzüyle ilgili sorular sormaya başlar. Yüzünün ne denli çirkin olduğunu eşinden de duyan Lette bir anda evliliğiyle beraber diğer insanların kendisine aslında o güne dek hiç samimî davranmadıklarını düşünmeye başlar. İlk etapta temelli bir sorgulama içine girmez veya giremez çünkü aklına kazıdığı tek bir şey vardır artık; estetik ameliyat ile daha güzel bir yüze kavuşmak... Derhal bir plastik cerraha görünmeye karar verir. Eşiyle beraber bir estetisyenin yanına gider. Ameliyata alınır ve uyandığında hiçbir şey eskisi gibi değildir. Doktorun bilimsel başyapıtı olarak tanımladığı Lette'nin yüzü, onun sadece çehresini değil, hayatını da kökten değiştirir. Estetik ameliyattan sonra herkesin hayran kaldığı, çevreden övgüler aldığı; tüm tanıtım işlerini kapmasına ve yüksek cirolu satışlar yapmasına yarayan bir yüze sahiptir artık. Yeni görünümü onun için bir devrimdir. Lette'yi iş hayatından cinselliğe kadar başarıdan başarıya fırlatır. Ve fakat bu sun'i mutluluk uzun sürmez. Birden, o yörenin her yerinde ona benzeyen insanlar belirir. Doktor, her hastaya Lette'nin "benzersiz yüzünü" satmaktadır. Son olarak asistanı Karlmann da ameliyat olduğunda, Lette sandığı kadar güvenli olmayan kimliği için savaşmaya başlar. Herkesin Lette olduğu yerde Lette olmak anlamsızdır! Eski yüzüyle birlikte bazı niteliklerini de kaybetmiştir. Ve asıl sorgulama işte tam da o andan itibaren başlar. Zira Lette karakteristik bağlamda bir sona doğru savrulduğunu hisseder. Sadece kendisini değil; çevresindeki birçok insanı da ciddi bir süzgeçten geçirmeye başlar. Bütün bu sorgulamalar devam ederken, Lette "güzellik" bağlamında artık biricik olmayacaktır çünkü çevresindeki diğer erkekler de aynı yöntemle aynı cerrahi işlemlerle aynı yüze bürünürler. Kendi yardımcısı da dâhil bir sürü Lette vardır çevresinde. Ve artık buradan geriye dönüş yoktur!



Değişen Sadece Yüzümüz mü?

Çirkin'i kabaca okuduğumuzda veya izlediğimizde, yalnızca modern insanın güzellik kavramına esir olmasına dair bir eleştiri niteliği olarak telakki edebiliriz lâkin bu, eksik bir okuma ve yorumlama biçimi olur. Ne yazık ki birçok kişi de oyunu bu eksende değerlendiriyor ancak gerek metne gerekse yazarın derin sistem eleştirisine ve işlemeye gayret ettiği psikolojik tahlillere ciddi anlamda haksızlık olur.

İktidarların büyük çoğunluğu sınırlayan, kısıtlayan ve baskılayan olmasının yanı sıra oluşturan, inşa eden ve düzenleyen bir güç olarak karşımıza çıkar. Bununla beraber, modern kimlikler ise bireyin varoluşsal dünyasını kuşatan, kim olduğunu tanımlayan, normalliğin sınırlarını belirleyen disiplinci iktidar ilişkileri tarafından üretilir. Modern kimlikler doğal olmayan, bireyin doğasıyla da ilgisi bulunmayan, öznenin ruhunun kafesleridir. İktidarın yaşamı denetleyici ve düzenleyici mekanizmalara ihtiyacı vardır ve bu denetleme ve düzenlemeyi, tam da oluşturduğu bu normlar aracılığıyla yapar. Bu oyunda da Lette, kimlik kaybı ve kazanımı arasında gidip gelen, "şey" ve "özne" olma arasında salınan küçültülmüş ve ezilmiş bireylerden biridir. Bu model birey, ürettiği kadar bile yoktur. Kendini temsil hakkı elinden alınmış, norma bağlanmıştır. Üretenler görece çirkin olabilirken, servis eden satıcıların mutlaka güzel olması normuyla kapitalizm, toplumu büyük bir pazar olarak okuduğunu gösterir.

Bazı oyunlar ve filmler veya bazı edebî eserler insanı rahatsız etmek için ortaya konur ya; bir kere bu oyunun tam olarak bu saikle yazıldığı bariz. Dönüp kendimize ve çevremize bakıp, bütün yitip giden değerlere, buralara nasıl geldiğimize, bunları bize normalmiş gibi hissettiren sistemin dişlilerine, o dişlilerin ilk çark döndürücüsü kimse onlara veya o çarka kendini kaptırmış olanlara defalarca bakmamızı istiyor ve belki de usulünce karşı koymamızı bekliyor. Bu tür oyunlar, aslında seyirciyi derin uykundan uyandırmak için yapılır. Bu bir oyun belki ama dünya üzerinde yaşananlar, yaşatılanlar veya en hafif tabiriyle hissettirilenler, oyun değildir.

Oyunun dramaturgu ve yönetmeni Nihat Çapar, oyunu az önce yukarıda eleştirisini yaptığım dar ve sığ bakış açısıyla ele almamış. Güzellik kavramına esir olanlara getirdiği eleştirinin yanı sıra adeta insanı öğüten acımasız iş dünyasına, temel evrensel değerlerden ve hasletlerden uzaklaştıran günümüz kapitalist sistemine, bireyin toplum içinde erimesine sebebiyet veren ve bu yolla herkesi tek tipleştiren sözde modern çağa, hemen hemen her şeyi imaja dayandıran düzenlere kafa tutan bir yorumla işlemiş. Bunu yaparken de oyunun başından sonuna kadar tutarlı bir üslûp ve dil kullanmış. Oyundaki safraları ve oyunun temel derdinin üstüne çıkma riskini taşıyan netameli konuları çıkaran yönetmen, hiçbir epizodu diğerine yedirmemiş; hepsini tadında işlemiş.

Yönetmen, bazı karakterleri karikatürize etmiş ancak rahatsız edici boyutta yapmamış. Bu sayede absürt, trajik ama durup düşündüğümüzde şapşallık derecesinde komik olan bir durumu resmetmiş. Özellikle hemşire ve doktor karakterlerini, tek tipleştirmeye götüren sözde güzelleştirme çabasının garabetini vermek adına soktuğu hâl, çok doğru bir tercih olmuş.

Oyunda birkaç aksesuar değişimi haricinde kostüm değişiklikleri yapmamış. Oyuncuları doğrudan, yeni repliğiyle sahne gerisinden getirip, ışık değişikliklerinin de desteğiyle derhal oyuna dâhil etmiş ve karşısındakinin kaldığı yerden aldırıp hızlı bir biçimde devam etmesini sağlamış. Değişimleri ve dönüşümleri tadında vermiş. Hiçbir bölümü gereksiz şekilde uzatmamış. Son derece dinamik ve akıcı bir reji ile oyunu eğlenceli hâle getirmiş.

Yönetmen Çapar, iki kişiden oluşan ama devasa bir orkestra havası veren ve oyun boyunca minik mimiklerle oyuna dâhil olan Tarsus Kent Orkestrası'nın başarılı müzisyenleri Songül Bozkurt ve İsmet Sayınözlü'nün de katkısını aldığı ve başından sonuna dek yüksek tempolu, insanı bitmesiyle beraber eksiklik hissiyle baş başa bırakan bir reji yapmış. Seyirciyi, tabir yerindeyse ne olduğunu şaşırtarak ve arkasına baktırarak çıkartıyor tiyatrodan…



Oyun Ekibi…

İsmail Demirel imzası taşıyan dekor, sade ve oyuncuların hızlı temposunu kesmeyecek şekilde dizayn edilmiş. Buna diyecek bir şey yok lâkin müzisyenlerin seyirciye göre sahnenin sağ tarafını kısmen kapatmasından, oyun genelde ortada ve sol bölümde devam ediyor. Oysa dekor tasarımının, oyunun sahnenin altı parçasında da eşit oranda sahnelenecek şekilde imkân sunması lâzım. Buna küçük bir düzenleme ile engel olunabilir diye düşünüyorum.

Emine Tanır, ışık tasarımında değişen mekânlara ve karakterlere göre tercihlerde bulunmuş. Her ortamın havasını solumamız adına isabetli ve etkili olmuş.

Efektleri tadında veren Şevki Zor'un özellikle hastane sahnelerinde fondan verdiği kalp durması durumunda hastanın bağlandığı makineden duyduğumuz ses, harikulade bir mesaj içeriyordu. Burada söyleyerek sihri bozmak istemem ama oyunu tamamlayan ögelerden biriydi. Tabi bu durum yönetmenin de tercihi olabilir ama her kimin ise çok yerinde ve zekice bir karar olmuş.

Rejiye yardımcı yönetmen olarak Seçil Dedeyi, asistan olarak da Tuğçe Nur Açıkalın ve Ozan Karabulut destek vermiş.

Gelelim oyunun sahne üstündeki kahramanlarına… Geçtiğimiz sezon, yine Tarsus Şehir Tiyatrosunun zarif yöneticileri ve oyuncuları tarafından davet edildiğimde izlediğim Çehov Vodvil oyunlarında birçoğunun ismini kalın harflerle not etmiştim. Zira ele aldığı her metni derinlemesine irdeleyen yönetmenleri Nihat Çapar ile aynı yöne bakabilen, namı çoktan kent sınırlarını aşmayı hak eden, sade ve apaçık oynayan, kendi içlerinde muazzam bir uyumla sahnede olan tiyatrocuları akılda tutmamak imkânsız.

Lette karakterine Murat Çapar can veriyor. Seyirciye göz kırptırmadan izlettiren; yapay dünyanın insanı çığlık çığlığa bıraktıracak derecede bunaltmasını adım adım yükselten; değişimi tedrici şekilde veren; oyunun sonunda da hepimizi hayran bıraktıracak biçimde performansını zirveye taşıyan bir oyuncu… İlaveten şunu belirtmeden geçemeyeceğim. Ameliyat olmadan önceki Lette ile ameliyat olduktan sonraki Lette arasında duruş ve özgüven bağlamında daha belirgin bir fark ortaya koymalıydı. Zira ikisi arasında oyunda yer alan cümleler haricinde pek bir ayırım görülmedi çünkü ikisinde de egosantrik tutum pek fazlaydı. Bundan sebep ameliyatın Lette'de meydana getirdiği değişimi göremedik. Oysa o değişimin ilk doneleri çok belirgin olmalıydı. Öte yandan bu kadar çirkin diye addedilen birinde, henüz ameliyatla güzelleştirilmemişken mütekebbir tutum sergilemesi ne derece doğru, tartışılır. Kast ettiğim, çevrece dış görünüş bağlamında çirkin diye yaftalanan birinde özgüven olmamalı değil ama bu denli özgüven patlaması da olmamalı. Nasıl ki ameliyattan bir müddet sonra Lette'nin iç dünyasında meydana gelen dışı güzelleşirken içinin çürümesi hâlini, yaşadığı benlik parçalanmasını bize en derin şekilde hissettirdiyse ameliyattan önce az da olsa bir özgüven problemi yaşatmalıydı. O vakit değişimin bir karşılığının olduğu görülebilirdi.

Scheffler ve Doktor karakterini Özmen Güvençli canlandırıyor. Oyuncunun vasat hiçbir ânı yok. Genç olmasına rağmen, adeta yılların deneyimini üzerinde taşıyor gibi kendinden emin oynuyor. İki karaktere özgü bulduğu jest ve mimiklerle bambaşka profiller çiziyor ve bunu ardı ardına hiç üzerinde eğreti durmayacak şekilde yapıyor. Büyük oynuyor ve fakat kendine has olduğu için hiç sırıtmıyor, bilâkis oyuncuda bu büyük oynama hâli gayet iyi duruyor.

Seçil Dedeyi, Fanny'i ve hemşireyi oynuyor. Gerek oyunun ana fikri içinde gerek kurgu bağlamında gerekse diğer karakterlerle kurduğu iletişim anlamında oyundaki yerini ve mesafesini çok iyi koruyor. Aktif bir oyunculuk sergiliyor. Oyunun temposunun diri tutulmasına katkı sunuyor. Oyunun başından, Fanny'nin çöküş kısmına kadar da gayet güzel ilerliyor fakat o çöküş ve sorgulama sahnesinde daha belirgin tepkiler verebilir. Oysa Dedeyi, kahir ekseriyetle mütebessim bir çehreyle oynadığı için çöküş ve değişim anındaki tesirler azalıyor.

Karlmann karakterinde karşımıza çıkan Ozan Karabulut'u Çehov Vodvil oyununda ilk izlediğimde ağırlıklı olarak komediye yatkın bir oyuncu diye değerlendirmiştim. Evet, genel olarak sempatik duruşundan ötürü öyle olsa da bu oyunda esasında hırs, öfke, agresyon, stres gibi duyguları içinde barındıran bir karakteri de başarıyla oynayabileceğini görmüş olduk. Karakterinin hissettiği duyguların bütün ayrıntılarını seyirciye aktarma konusunda çok başarılıydı. Ayrıca sınırları net şekilde belirlenmiş garson rolünü de canlandıran oyuncu, her iki karakter arasındaki çizgiyi de iyi ayırt etmiş.

Yahya Okat, aynı oluşu ve beraberinde de bilinmezliği temsil eden rolüyle oyuna katkı sağlıyor.

Bedenleri dışında devrim yapacak mecraları olmayan Lette'lerin anlatıldığı, kendi iç dünyalarına ve iç seslerine değil de daima çevresindekilerin manipülasyonlarına aldanan kişilerin "kurban" olduğunun altının çizildiği, insanın kapitalist sistemde, onu anlamlı kılan, hatta var eden tüm manevî değerlerden, erdemlerden ve dahi niteliklerden uzaklaşarak düştüğü tuzağın fark ettirilmeye çalışıldığı "Çirkin", bütün yönleriyle ve kadrosuyla bir kara komedi olmuş. Bu keyifli seyir için ekibin tamamının emeğine ve yüreğine sağlık.
OGÜNhaber