Sadece yazıp yönetmekle kalmıyor; aynı zamanda
Cem Kenar Project aracılığıyla ortaya çıkardığı eserlerin seyirciye ulaşması adına büyük bir gayret sarf ederek yapımcılık da yapıyor. Bu yıl da sezonun sonunda seyirciyle buluşturduğu ve yine kendi yazıp yönettiği
Güzel Bir Gün adlı oyunun prömiyerini Kadıköy BOA Sahne’de gerçekleştirdi.
Dağınık eşyaların, plakların, cd çaların, daktilonun, kitapların, suretler çizilmiş kartonların olduğu bir odaya giren orta yaşlı adam, bir yandan piposunu tüttürüyor diğer yandan da çalan müziğe tüm ruhu ve bedeniyle eşlik ediyor. Ve kendisini seyirciye “Ben Ferit Rıza” diye tanıttıktan sonra anlatmaya başlıyor… İstanbullu Rum bir anne ve Türk bir babanın evlâdı olan Ferit Rıza, her yönüyle beğendiği ve kendisine rol model aldığı anne babasını kaybettikten sonra onların yüzlerini temsilî bir biçimde karton kutulara çiziyor, karşılarına geçip başından geçen günlük olayları ve dertlerini onlara anlatıyor. Hayatını kâğıt toplayıcılığı yaparak idame ettiren Ferit Rıza, aynı zamanda okumuş ve kendini yetiştirmiş ancak anladığımız kadarıyla başından kötü olaylar geçmesinden mütevellit hayattan elini eteğini çekip, sevdiği ve fakat bir müddet sonra elim bir şekilde kaybettiği kadını aramaya kendini adamış biri.
Oyun, bu ülkede yaşayan ve yaşı şu anda 50’nin üzerinde olan birçok insanın öyle veya böyle bir şekilde başına gelmiş olaylardan bir seçki sunuyor. Yakın Türkiye tarihine dair hatırlatmalarda bulunuyor. Yeni nesle de geçmişi anlatma babında ışık tutuyor. Sadece 50 ve üzerindeki kişilerin anımsayabileceği olaylardan dem vurmakla kalmıyor; aynı zamanda memleketin adeta bir mozaiği andıran kodlarının, çalkantılı hâllerinin, çocukluktan yetişkinliğe kadar bir gencin başına gelebilecek yine bu ülkeye özgü olayların; aşk, özlem, umut, yeniden inşâ etmek gibi duyguların da altını çiziyor. Ara ara bu hatırlatmaları yapabilecek ve yakın tarihe dönüp bakabileceğimiz oyunların yapılması elbette kıymetli ancak hem son zamanlarda bu tarz oyunların sıkça yapılması hem de bu metnin “sıradan” diye addebileceğimiz bir dille yazılması, çok genel geçer olan ve herkesin bildiği olaylara değinmesi, farklı bir bakış açısı sunmaması, yeni hiçbir şey dememesi, karakterin seyirciyle kuracağı iletişim konusunda kararsız kalması, anlatıyı anne ve babasının yüzünün temsil edildiği kartonlara mı yoksa seyirciye mi anlattığı hususunda belirsizliğin olması, oyunun eleştiri almasına neden olabilecek yönlerini oluşturuyor. Öte yandan tamamen anlatıya dayalı bir üslubunun olması, reji bağlamında bir deviniminin bulunmaması, hikâyelerin bir alt metninin olmadan sürekli havada kalması, aynı şekilde oyunun sonunun bağlanamaması gibi iyileştirilmesi gereken yönleri de var. Yazarlar ve rejisörler, sözleri çok olan ve felsefî veya siyasî yönü ağır basan oyunlarda seyirciyi oyundan koparmamak adına küçük numaralar yapar, bazı yerleri adeta şifrelerler ki seyircinin dimağı her an açık olsun, merak etsin, takibini yapsın, ilerleyen epizotları beklesin ancak bu oyunda böyle bir özellik göremiyoruz.
Bahsettiğim bu yön, yazarın metninde olmasa bile, yönetmen ele aldığı oyunda bazı aksiyonlar gerçekleştirmeye çalışır ki seyirci devamlı oyunun içinde kalsın. Fakat oyunun hem rejisörü hem yazarı aynı kişi olunca maalesef eksiklik rejide de devam etmiş. Âşık olduğu kişilere dair temelsiz hikâyeleri ve fakat neredeyse döngünün tamamen o askıda kalan hikâyeler üzerinden dönmesi, adamın anne ve babasıyla kurduğu ilişkinin çok yapay olması, siyasî olaylara ve ülke gündemine dair değindiği her şeyi yarım bırakması, bunlara ilişkin açık sözlü olamaması, hukuk fakültesi mezunu olan ve hatta bu alanda master yapmış bir kişinin anlam veremediğimiz kostümü, ışıkların aniden kesildiği ve adamın da o anlarda sarsıldığı sahnelerin anlamını oyunun nihayetinde seyirciye vermemesi, oyunun derli toplu bir mesajının olmaması, “ne dedi şimdi bu oyun” dediğimizde cevabını bulabileceğimiz yönünün bulunmaması oyunla seyirci arasındaki bağı koparıyor. Umarım daha başındayken bu eksiklikler giderilir de oyun, uzun süre seyirciyle buluşmaya devam eder.
Oyun, şarkılarla zenginleştirilmiş. Şarkı seçimleri metinle örtüşüyor fakat daha çok oyunun aşk yönüne vurgu yapan seçimler olmuş. Işık kullanımı yavan kalmış. Dönem ve duygu geçişi fazla olan bir oyun. Daha iyi bir ışık tasarımıyla oyun desteklenebilirdi.
Ferit Rıza karakterine,
Burak Demir can veriyor. Her ne kadar metinden ve rejiden kaynaklı sıkıntılar olsa da oyuncu, rolünün hakkını verme gayretinde. Özellikle duygu geçişlerinde muazzam. Mimiklerini çok iyi kullanıyor, ses bükümlerinin ayarlamasını da güzel yapıyor. Tiyatro sahnesinde mimikleriyle seyirciye her duyguyu açık bir şekilde veren oyuncular azdır. Genelde büyük hareketlerle, bağırmaya varan bir tonlamayla oynayan oyuncular gördüğümüzden dolayı, Burak Demir gibi oyuncuları gördüğümüzde mutlu oluyoruz. Çocukluk çağından itibaren aldığı karakteri kademe kademe olgunlaştırıyor. Hiçbir geçiş sırıtmıyor. Her yaş aralığının özelliklerine uygun nüanslarla karakterini zenginleştiriyor.
Yaptığım menfi müspet eleştiriler, tamamen oyunun daha iyi olmasına yöneliktir. Aksi düşünülemez bile. Her şeyden öte Cem Kenar gibi bir tiyatro insanının emeğini ve çabasını görmezden gelmek mümkün değil.