Kitabın ve bu büyük maceranın nasıl oyunlaştırıldığının yanı sıra, Devlet Tiyatrosu sanatçılarının sahneye nasıl taşıdıklarını da iki senedir merak ediyordum. Bir yanıyla da kitap tadında olur mu ki endişesini taşıyordum lâkin gittiğime hayli hayli değen harikulade bir oyunla karşılaştım. Henüz yazının başında oyunla alâkalı bu denli net ifadeler kullanmaktan imtina ederim fakat bu oyunun her yönünün başarısından dolayı daha en baştan hakkını teslim etmemek olmazdı.
Kitabın konusunu bilmeyen yoktur ama yine de her ihtimale karşın kısaca bahsetmekte yarar var.
Yıl 1872, yer Londra… Londra Reform Kulübünün en seçkin, en enteresan ve en gözde üyelerinden; dikkat çekmek için hiçbir çaba sarf etmese de nitelikleri, tavırları, üslûbu ve nevi şahsına münhasır yaşam tarzıyla dikkatleri her zaman üzerine çeken Bay Phileas Fogg, çıkan bir haber üzerine, dünyanın çevresini 80 günde dolaşabileceğine dair kulüpteki diğer üyelerle iddiaya tutuşur. Bahis epey büyüktür. Mr. Fogg bankadaki 20.000 Sterlin birikimini ortaya koyar. Çıkacağı bu yolculukta kendisine çok sadık olan uşağı Passepartout da eşlik edecektir. Beraber ülkeler, kıtalar ve okyanuslar aşacaklardır. Bu arada, kentte bir banka soygunu olmuş ve bankanın kasasından 55.000 Sterlin çalınmıştır. Üstelik soygunu yapan hırsızın bir centilmen olduğu kulaktan kulağa yayılmaktadır. Emniyet teşkilatından Dedektif Fix'in soyguncunun Mr. Fogg olduğuna dair kuşkuları vardır. O da Kraliçe’nin izniyle Mr. Fogg'u yakalamak üzere onun peşinden yollara düşer ve bu yolculuğu engellemek için elinden geleni yapar. Mr. Fogg'un çıkacağı seyahat uzun, zorlu, badireli ve engellerle doludur. Yolculuk kâh gemiyle, kâh trenle, kâh yaya; bazen fil üstünde, kimi zaman yağmurda, kimi zaman çöl sıcağında, kimi zaman da fırtına altında devam eder. Tabi Dedektif Fix de türlü türlü oyunlarıyla Mr. Fogg'la Passepartout'nun ensesindedir. Ve Mr. Fogg’u bu yolculukta hayatında hiç bilmediği ve hiç tatmadığı, belki de yolculuktan elde edeceği en büyük kazanımı getiren başka bir macera daha beklemektedir: Aşk…
Ekip Başarısına Örnek…
Hayâl dünyamızı ve gücümüzü besleyen satırların yazarı Jules Verne’in efsane eseri, Mark Brown tarafından tiyatroya uyarlanmış. Oyunun Türkçe çevirisinde Başak Othan’ın, rejisinde Gökhan Kocaoğlu’nun imzası var. Dekor tasarımı Aytuğ Dereli’ye, kostüm tasarımı Burcu Melek Bozan’a, ışık tasarımı Serhat Akın’a, müzikler Oktay Köseoğlu’na, koreografi ise Tuğçe Tuna’ya ait.
Sahne geçişleri ve kurgusu sağlam olan oyunda, havada kalan, olay akışını bozan en ufak bir unsur göze çarpmıyor. Serüven tarzının ender örneklerinden sayılan bir hikâyeden adapte edilen ve komedi yönünün ağırlıklı olarak kullanıldığı oyun, esere göre özet olmakla birlikte konuya sadık, gayet hareketli, devinimi yüksek ve keyifli bir uyarlama olmuş.
Oyun, seyircinin beklentisini fazlasıyla karşılıyor. İlk anından itibaren başlayan heyecanı son saniyeye kadar ayakta tutmayı başaran oyun metni ve tabi ki oyuncular, seyirciye merak, heyecan ve komedinin muhteşem uyumla bir araya geldiği bir muazzam bir seyirlik sunuyor. Herkesin bildiği bir hikâyenin tiyatro sahnesinde hayat bulması da edebiyat ve tiyatro severlerin aynı heyecanı bir kez de tiyatro aracılığı ile yaşamasını sağlıyor. Bu denli farklı mekânlarda geçen bir oyun için yönetmen Kocaoğlu’nun minimalist yaklaşımı benimsemesi gayet yerinde. Arkadaki dev saatin dışında yerleşik bir dekorun olmaması doğru bir tercih. Ayrıca mekânlar için hazırlanan pratik portatif dekorlar mekân olgusunu tamamıyla yansıtmaya yetiyor ve seyircinin yabancılık çekmesini engelliyor.
Sahnedeki devasa demir saat, dekorun ana unsurunu oluşturuyor. Oyun boyunca dev akreple yelkovan birbirini kovalayıp duruyor. Mekân değişiklikleri simgesel küçük dekorlarla gerçekleştiriliyor. Tren yolculukları tren olmadan, gemi yolculukları yukarıdan aşağıya inen dev bir yelkenle hayli başarılı şekilde yansıtılıyor. Fil seyahati bile o kadar keyifli kotarılıyor ki bütün gezi, sözde binilen araçlara uygun objeler ve oyuncu hareketleriyle tamamlanıyor. Sürekli sahne değiştiği için aksesuarlar işlevsel kullanılıyor. Zaten sahne değişiminin çoğunu oyuncular yapıyor ve bu durum oyuna çok güzel yediriliyor.
Işık yönetimi epey başarılı. Oyuncuların temposuna ayak uydurması bağlamında ışıklar da sahne üzerinde adeta bir başka oyuncu gibi. Birbirinden başarılı müzikler, oyunun hem komedi yönüne hem de heyecan yönüne hizmet ediyor. Özellikle de oyuncuların sahne üstünde çaldıkları eserler daha bir başka.
Oyunun kostümleri, benim hayranı olduğum 19. yüzyılın modasından esinlenerek tasarlanmış ve oyunun ruhuna uymuş. Kıyafetleri tamamlayan aksesuarlar hem çok eğlenceliydi hem de sahnede masalsı ve fantastik bir atmosfer yaratıyordu.
Beş Kişilik Dev Bir Kadro…
Evet, beş kişilik dev kadro söz konusu çünkü onlarca karakter, beş oyuncu tarafından eğlenceli bir şekilde canlandırılıyor. Tüm yolculuk ve macera, sahnede fevkalâde başarılı bir şekilde yansıtılıyor. Kılıktan kılığa giriyor, mekândan mekâna geçiyorlar. Bir tek Mr. Fogg'u oynayan Can Albayrak tek rolle sahnede. Diğer oyuncular Can Şıkyıldız, Rojhat Özsoy, Fazıl Aksakal, Cânân Maktal birden fazla karakteri oynuyor. Oyunun içeriği dolayısıyla ve tüm karakterler beş kişi tarafından canlandırıldığı için çok hareketliydiler fakat buna rağmen oyunun temposunu bir an bile düşürmüyorlar.
Oyuncuların kimyası ve enerjisi tutmuş. Her sahneyi ve espriyi incelikle ve samimiyetle seyirciye aktarıyorlar. Her biri, gerek sahne gerekse karakter değişimlerinde çok başarılı. Oyuncuların bu denli içten oynaması ve rahat paslaşması sebebiyle oyun hiç can sıkmıyor. Zira bu oyunda tüm oyuncular ayrı birer değer ve etkisiz olanı yok.
Son derece kolay anlaşılan ve akıcı bir şekilde ilerleyen oyun, zamanın nasıl geçtiğini fark ettirmeyen oyunlar kategorisinde kendine yer bulabilecek nitelikte. Reji, dekor, müzik, ışık, kostüm, oyunculuk konusunda beklentilerin üstünde olan oyun, her tiyatro severin sıkılmadan izleyeceği çalışmalardan biri. Çocukluğunuza dönmek, son dönemlerin bunaltıcı ruh hâlinden kurtulmak, manipülatif ve iç karartan haberlerden ve gelişmelerden bir an için de olsa uzaklaşmak, doya doya gülümsemek, güzel duygularla ayrılmak ve nitelikli bir oyun izlemek istiyorsanız mutlaka gidin.
Şu zor günlerde hepimize tiyatronun iyileştirici enerjisini ve birleştirici gücünü yaymak için gayret sarf eden bütün oyuncuları ve başta Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Mustafa Kurt ve İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü Kubilay Karslıoğlu olmak üzere tiyatro yöneticilerini ve emekçilerini kutluyor ve bir kez daha alkışlıyorum. Tabi ki çok zorluk yaşayan özel tiyatroların da bir an önce gerekli devlet desteğinin sağlanarak sahnelerde yerlerini almalarını da can-ı gönülden istiyorum.