Bu uğurda, vatan satmak dâhil her yolu mubah sayan çeteler, hırslarını o denli çılgınlık boyutuna vardırmışlar ki artık zulme ve katliamlara dahi başvurmuşlar. Bazen bu ihtirasla beraber türlü desiselerle bazen de direkt zorbalıkla yani silah zoruyla darbe yaparak var olan yönetimi alaşağı etmeye çalışan grupların sonuncusuna 15 Temmuz gecesi şâhit olduk. Yüzlerce şehit, binlerce gazimizin olduğu o karanlık gecede hâin ve işbirlikçi FETÖ, asker kılığına bürünmüş mankurtlarıyla bu millete, masum insanlara, milletin Meclis’ine, halk tarafından seçilmiş Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı’na ateş açtı, yönetimi devirmeye gayret etti. Kalleş FETÖ’nün belki de memleketi, işbirliği içinde olduğu dış güçlere servis etmek maksadıyla yaptığı bu darbe girişimi, aziz milletimizin inancı, cesâreti ve ferâseti sâyesinde ters yüz edildi. Yazının başında da ifâde ettiğim gibi ilk olmayan bu alçak saldırı, umarım son olur.
Esenyurt Belediyesi, darbeleri aklımızda tutup, bir daha böylesi tuzaklara düşmememiz için dimağımızı diri kılmak adına Sultan Abdülaziz Han’ın tahttan indirilip, ardından şehit edilmesini konu alan Büyük Oyun – İlk Darbe adlı oyuna sponsor oldu. Hâfızamızı belki kötülüklerle veya olumsuz olaylarla doldurmamak gerek ancak vatana ve millete kasteden çıyanları da bilmek ve hatırlamak lâzım ki aynı elim olaylarla tekrar karşılaşmayalım. Bu bağlamda Esenyurt Belediyesi gibi diğer belediyelerin ve dahi tüm kurumların, sivil toplum kuruluşlarının, 15 Temmuz millî direnişimizden yola çıkarak çeşitli vesilelerle ara ara hatırlatmaları gerek.
Oyun özeline gelecek olursak: Şahsen çok hassas olduğum ve verilmesi gereken en büyük ve en sert tepkinin verilmesi gerektiğine inandığım darbelere karşı yapılan bir tiyatro oyunu hakkında, özellikle de 15 Temmuz gibi alçak bir kalkışmanın ardından çok iyi şeyler yazmayı isterdim. Fakat gerçek neyse, neyi gördüysem onu yazmaktan yana olmayı yeğlerim. İyi niyetlerle girişilen bu işte hatalar yok değil! Bunların da altını kendimizce çizmek gerekir ki bundan sonra yapılan işlerde sanatsal açıdan da bilgi açısından da böyle yanlışlar yapılmasın. Her şeyden önce şunu hatırlatmak gerekir ki Abdülaziz Han’ın şehâdetiyle sonuçlanan darbe, tarihimizdeki ilk darbe değil! Burada hangi darbelerin olduğunu hatırlatacak değilim ancak dinî, siyâsî ve askerî güçlerle hareket ederek yada esnaf gruplarını hareketlendirerek darbe yapılan olaylar tarihimizde bâriz bir biçimde durmaktadır. Küçük bir araştırma bunları bilmek için kâfidir. Belki dikkat çekmek maksadıyla bu ad verildi ancak târihî bir gerçeklik kocaman bir şekilde önümüzde dururken bu algı çekme çalışması doğru olmamış.
Öte yandan Esenyurt Belediye Başkanı Sayın Necmi Kadıoğlu, gelen konuklara nezâketen de olsa bir konuşma yapmış, “hoş geldiniz” demek istemiş olabilir. Güzel… Ancak oyun saat 19.00’da başlayacak denmesine, davetiyelerde de bu şekilde yer verilmesine rağmen, yaklaşık bir buçuk saatlik bir gecikmeye sebebiyet verecek bir konuşmaya, konuşmayı dahi geç başlatmaya ve bu denli uzatmaya gerek yoktu. Zaten yapılan organizasyon, darbeye karşı duruşu en net biçimde gösteren bir oyun. Ayrıca Cemal Reşit Rey Konser Salonu gibi Türkiye’nin en iyi salonlarından birinin kokteyl alanında belki de daha önceden örneğine rastlanmamış biçimde, âdeta bir miting yapıyormuşçasına uzun bir nutuk çekilmesi bir tiyatro oyunu öncesinde şık durmadı. Konuşmanın içeriği gayet iyiydi lâkin yerindelik de mühim. Orada bir söyleşi veya panel yoktu. Sayın Başkan illa bir konuşma yapmak istiyorsa oyundan sonra sahneye çıkıp, oyun ekibini tebrik ettikten sonra kısa -ama gerçekten kısa- bir konuşma yapabilirdi. Yakışanı da bu olurdu. Zîrâ ortaya konulan sanat eseri, yapılacak birçok konuşmadan daha büyük bir tesire sahip. O uzun konuşma, sadece oyuna karşı olan ilginin azalmasına sebebiyet verdi.
Oyunun uyarlamasını Yusuf Akçay yapmış. Sultan Abdülaziz dönemini hem saray içinden hem saray dışından resmetmek maksadıyla yazdığı metinler aydınlatıcı idi. Sadece saray içini verseydi, o dönem dışarda cereyan eden olayları ve sosyolojik alt yapıyı pek bilemezdik. Bu da dönemin şartlarını değerlendirmemiz konusunda bizi eksik bırakırdı. Tek perdede anlatılmak istenen olay, yazarın kimi önemli dönüm noktalarını seri geçmesine sebep olmuş. Keşke tek perde kaygısı olmasaydı da biraz daha yayılabilseydi. Bu hâliyle sanki aceleye getirilmiş ve bir an önce sonuca varmak isteyen bir kurgu varmış izlenimi uyandırdı. Ancak anladığım kadarıyla burada işlenmek istenen ana tema, sonuncusu 15 Temmuz’da gerçekleştirilmeye çalışılan tüm darbelerin arkasında yatan ihânet...
Yönetmen koltuğunda Kenan Korkmaz var. Korkmaz, sonucu belli olan bir tarihî metni yönetirken çok kolay bir yol izlemiş. Reji bağlamında hiç kendisini yormamış. Yan ama etki oranı büyük olan karakterleri çok geri plânda bırakmış. Her birinin içinde bulunduğu halet-i ruhiyeyi belirgin hâle getirseydi daha iyi olurdu. Çünkü âkıbet iç dünyalardan uzak olarak ne gerçekleşir ne de değerlendirilir!
Rejide bir acelecilik olduğunu görüyoruz. Herkes ve her şey koşar adım Abdülaziz Han’ın şehit edilmesine gidiyor ve orayı özellikle göstermek istiyordu. Oysa buna gerek var mı? Biz zaten oyunun sonunda padişahın öldürüleceğini biliyoruz. Neredeyse bütün oyuncular, çabucak sahneye giriyor, epizodunu oynuyor ve hemen sahneyi terk ediyorlar. Herkes sanki sırasını savmak yani görevini yerine getirmek, işi bittikten sonra da ortadan kaybolmak niyetinde gibiydi. Önemli bir şahıs olduğunu yaptığı son hamleden anladığımız biri birdenbire dalıyor sahneye, o önemli eylemi gerçekleştiriyor ve yok oluyor. Oyuncular, iç enerjiyi kendileri bile hissedemeden, bize alt duyguyu geçiremeden aceleyle oynuyorlardı. Böylece duygu tarafı eksik olan bir izlek oluşuyordu. Duyguların tamamı havada ve yavan kalmış. Bu hâl, birkaç oyuncuda olsaydı, oyuncu kaynaklı diyebilirdik ancak neredeyse bütün oyuncularda aşırı köşeli ve sert hareketler, dönüşler, girişler-çıkışlar, konuşmalar olunca, bunun bir reji telkini olduğu gerçeği ortaya çıkıyor.
Yönetmen, bütün tasarım tercihleriyle oyunu kasvetli bir hâle bürümüş. Bu tercih, olayın vahametinin daha iyi anlaşılmasını sağlıyor. Bunun yanı sıra saray içinde dönen kirli oyunların da vurgulanmasına hizmet ediyor.
Oyunun dekor ve kostüm tasarımı Mehmet Emin Kaplan’a ait. Dekorda şâşaalı ve devâsa bir saray kapısının hâricinde sarayı ve etrafını resmeden başka bir şey yok. Tiyatronun salt gerçekçi ve birebir dekorlarla yapılan bir şey olmadığını göstermesi açısından iyi olmuş. Oyunculara geniş bir alan bırakmış. Ancak rejide oyuncuların kendilerini ve canlandırdıkları karakterlerin duygularını gösterebilecek bir unsur olmadığı için bırakılan geniş mekân pek de bir anlam ifâde etmemiş.
Oyun, dönem oyunu olduğu ve yakın bir tarihi anlattığı için kostümlerde bir orijinallik olamazdı. Kaplan da aslına uygun tasarımlar çıkarmış.
Oyunun müzikleri Ali Otyam’ın… Müzikler, geçen sezonlarda TRT’de yayımlanan Filinta dizisinin müziklerine benzemiş! Ayrıca ses o kadar baskındı ki oyuncuların yer yer sözleri duyulmadı. Hemen hemen her sahne için bu kadar baskın müzikler yapmak da pek anlamlı değil! Tesiri arttırayım derken ters bir tepki de doğurabiliyor.
Oyunda Şenol Kara (Abdülaziz Han), Levent Aykul (Hüseyin Avni Paşa), Tayfun Sav (Mithat Paşa), Yavuz Çetin (Süleyman Paşa), Hüseyin Erkanlı (Mahmut Nedim Paşa), Yaşar Büker (V. Murat), Rıdvan Uludaşdemir (Çerkes Hasan), Alper Banko (Ahmet Cevdet Paşa), Fehmi Gökdeniz (Mütercim Rüştü Paşa), Tanya Aksu Gökdeniz (Pertevniyal Vâlide Sultan), Deniz Koçhan (Nesteren Hanım), Zeynep Atış (Nâzime Sultan), Deniz Salan (Büyükelçi Henry Elliot), Serdar Türk (Vasilaki Kargopulo), Serkan Bilgili (Jöntürk), Ali Poyraz (Jöntürk), Anıl Acar (Asker), Hasan Can Türkkanı (Yaver), Sebahat Adalar (Kalfa), Yusuf Ekşi (Beybaba), Fatih Aksüt (Tabip Binbaşı) rol alıyor.