İlk defa 1937 yılında yayımlanan eser, iki gezgin çiftlik işçisi olan George Milton ve Lennie Small’un 1929’daki bütün dünyayı sarsan Büyük Buhran sırasında Kaliforniya’da yaşadıkları trajik olayları anlatır.
1920’lerde kendisi de gezici bir çiftlik işçisi olan Steinbeck bu kitabı, kendi hayatından yola çıkarak yazmıştır.
Hikâye birçok insanın malumu olmasına rağmen kısaca hatırlatmakta fayda var: Zeki ve hareketli bir adam olan George Milton ile ismiyle tezat oluşturacak şekilde iri ve çok güçlü ama akli dengesi pek de yerinde olmayan Lennie Small, Büyük Buhran sırasında çiftlikten çiftliğe dolaşarak iş arayan göçmen toprak işçileridir. Kaliforniya’daki Salinas Vadisi’nde, Soledad yakınlarında bir çiftlikte iş bulurlar ve para biriktirmek için çalışmaya başlarlar. Kendilerine ait bir parça toprak edinip oraya yerleşmeye dair ortak bir hayâlleri vardır. Lennie, bu hayali George’a defalarca anlattırır ve en çok da besleyip okşayabileceği yumuşak tavşanlarla ilgili kısmını sever. George da Lennie’nin bu takıntısını, onu korumak için, başını belaya sokarsa tavşanlara bakmasına izin vermeyeceğini söyleyerek kullanır. İkili, daha önce çalışmakta oldukları Weed’deki çiftlikten, Lennie’nin yumuşak şeylere dokunma takıntısıyla bir genç kadının elbisesini okşamasının tecavüz girişimi olarak görülmesi sebebiyle kaçmışlardır. Tabi tek nedeni sadece bu değildir. Yeni çiftlikte, ikili hayâllerine ulaşmaya daha da yaklaşırlar. Yaşlı ve bir elini çiftlikte kaybetmiş bir işçi olan Candy, ikiliyle parasını birleştirmeyi ve böylece ay sonunda hayâllerindeki çiftliği satın almayı önerir. Ancak bu hayâl, çiftlik sahibinin oğlu olan Curley’nin genç ve güzel karısının umulmadık bir biçimde devreye girmesi nedeni ile tehlikeye girecek ve ardı sıra olaylar baş gösterecektir.
Fareler ve İnsanlar, metin itibariyle müsait olması sebebiyle daha önce de hali hazırda da farklı tiyatro grupları tarafından çevirisi ve adaptasyonu yapılmış ve sahnelenmiştir. Bu sezon, oyunu tiyatro seyircisiyle buluşturan ekiplerden biri de dünya edebiyatının bilindik örneklerini sahneye taşıyan Dionysos Tiyatro…
Metnin çevirmeni ve yönetmeni olan Erdem Topuz aynı zamanda oyunda George Milton karakterine de can veriyor. Çevirisi diğer çevirilerle kıyasladığımız zaman olumsuzluk arz edebilecek bir nitelik taşımıyor, en azından ana hikâyeye ve oyunun temel derdine zarar verebilecek bir unsur bulunmuyor ancak dilini ne yazık ki Hollywood filmlerinin Türkçe dublajlarına yakın tutması sahiciliğe zarar veriyor: Tanrı şahidim olsun, Yüce İsa aşkına, Tanrı aşkına, lanet olsun vb. cümlelerin sıkça kullanılması buna en bariz örnek. Yer yer sadeleştirmesi de isabet olabilir zira bazı sahneler oyunun gereksiz uzamasına sebebiyet veriyor. Öte yandan olayın Amerika sınırları içinde geçmesi, oyun ekibinin şu anda Amerika’da Amerikan seyircisine oynadığı anlamına gelmiyor. Yaratmak istediği atmosferi ve karakterlerdeki gestusu tamamen Amerikanlaştırmaya çalışması oyunun çok gerçek olan yanlarını zedeleyip, samimiyetten uzaklaştırıyor ve yanı sıra ilginin de dağılmasına neden oluyor. Nazmi Karabacak’ın sahne tasarımı, Onur Uğurlu’nun kostümleri ve Erdem Çınar’ın ışık tasarımı oyunun güçlü durmasını ve göz boyamasını sağlıyor. Özellikle kostüm ve dekor, hakiki bir emeğin ürünü olarak yansıtılmak istenen ortamı tam anlamıyla gözler önüne seriyor. Bu iki tasarımda da hiçbir detay atlanmamış. İşte bütün bu gerçekçiliğin içinde, yapay Amerikanvari bir üslup irite ediyor. Elbette Türkleştirmek değil kastım ve elbette olayın nerede geçtiğinin herkes farkında ancak Amerikalı olmadan Amerikalı gibi oynamak abes duruyor ki buna hiç gerek yok. Hatta film dublajlarındaki neredeyse herkesin tiye aldığı bir aksanla konuşulmasına ne lüzum var! Önemli olan Türkiye’de tiyatro yapan tiyatrocuların bu oyunu kendi kültürlerince, görgülerince, kendine has jest ve mimiklerle ve dahi duygularla nasıl yorumladıklarıdır. Biz bunu ne yazık ki bu oyunda neredeyse hiç göremiyoruz. Özellikle Crooks karakterini oynayan Tuncay Tarhan’ı siyahî olmamasına rağmen siyaha boyamak, karakteri gerçek kılmaktan öte komik duruma düşürüyor. Oyuncu hiç siyaha boyanmadan da oynadığı karakterin vazifesi, tavrı ve üslûbuyla kendi oyunculuk yeteneğini birleştirerek yine bize daha samimi bir portre çizebilir. Bu söylediğim Lennie’yi oynayan Işık Tolgay hariç diğer bütün oyuncuların bu oyun özelindeki üslûbu için geçerli; özellikle de Erdem Topuz için… Topuz, o kadar samimiyetten ve sahicilikten uzak ve o kadar diğer oyuncuların tamamını markeleyecek şekilde oynuyor ki oyunculuğunun harikuladeliğini (!) değil, ne denli abartılı ve duygudan yoksun oynadığını görüyoruz. Hiçbir duyguyu hissetmediği bariz; tamamen yapay ve gerçek hayatta neredeyse hiçbir şekilde rastlayamayacağımız tepkilere, bedensel duruşlara, gereksiz ani bağırmalara, karşısındaki oyuncunun bıraktığı tonlamaya dikkat etmeyen çıkışlara, cümleleri birdenbire yukarıda bırakmalara oyun boyunca maruz kalıyoruz. Topuz’un konuştuğu sahnelerde oyunun enerjisi tamamen düşüyor. Rol aldığı diğer oyunları henüz izlemedim ancak umarım hepsinde böyle değildir. Aksi gibi oyunun başrollerinden biri olan Işık Tolgay da bir o kadar doğal ve sempatik ele alıyor karakterini. Hatta bu sezon izlediğim onlarca oyun içinde gördüğüm en başarılı performanslardan birini sergiliyor. Sadece Tolgay değil, diğer oyuncular da rollerinin hakkını verilen reji doğrultusunda vermeye çalışıyorlar ancak yorumda hatalar çok olunca, oyuncuların çabaları bir yere kadar taşıyabiliyor oyunu.
Oyunun Künyesi:
Yöneten: Erdem Topuz
Reji Asistanı: Ceren Türkaslan, İpek Ela Can
Dekor Tasarım: Nazmi Karabacak
Kostüm Tasarım: Onur Uğurlu
Işık Tasarım: Erdem Çınar
Oyuncular:
Erdem Topuz (George Milton), Işık Tolgay (Lennie Small), Cüneyt Vural (Candy), Ercan Ertan (Slim), Çağatay Varol (Curley), Hande Aras (Curley’in karısı), Tuncay Tarhan (Crooks), Mehmet Tokat (Carlson), Ensar Kaplan (Whit)