Asırlık olayları, her yıl özellikle Nisan ayı sonlarında ısıtıp ısıtıp, dünya kamuoyuna kabul ettirmeyi deneyen Ermenistan'ın bu kez iftiralarına erken başlamasının arkasında tabii ki yabancı unsurların tahrik ve destekleri yer alıyor.
Nitekim Ermenistan, Türkiye ile olan "normalleşme protokolünü" iptal ettiğini şimdi açıklaması da bunu gösteriyor.
Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, Türkiye ve Ermenistan arasında 2009 yılında ülkeler arasındaki diplomatik ilişkileri normalleştirmek üzere Zürih'te imzalanan normalleşme protokolünü iptal ettiğini açıklaması yeni bir "Ermeni oyunu" olarak nitelendiriliyor.
Çünkü, protokolün imzalandığı 2009 yılında Erdoğan'ın, protokol imzalanması için önce Ermenistan'ın Karadağ krizini çözmesi gerektiğini söylemesinin ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi protokolü imzalamaktan vazgeçtiği biliniyor.
Üstelik, Ermenistan'ın Karadağ krizinin çözümlenmesi için herhangi bir girişiminin olmayacağı da böylelikle açığa çıkıyor.
Zaten, cayır cayır yanan Orta Doğu'ya, bir de "asırlık Ermeni yalanı" çok geliyor.
Böylesine dengesiz Ermeni varlığı ve tehlikesi Orta Doğu'yu yakından ilgilendiriyor.
Bir asır geçmiş olmasına rağmen, Doğu sınırlarımızda yaşanan "tehcir" ve "mukatele"de meydana gelen zorunlu ölümleri, büyük abartıyla bir "soykırım" gibi gösteren Ermeni yalanının sürdürülmesine göz yuman hür
dünyanın davranışını şiddetle protesto etmek gerekiyor.
1915'lerde; bir yanda, "yedi düvel" Çanakkale'yi geçip, imparatorluğun can damarını ele geçirmeye çalışırken, diğer bir yanda Sarıkamış'ta Ruslarla ölüm-kalım savaşının sürdüğü bir ortamda Ermeni çetelerinin ortaya
çıktığını hatırlamak icap ediyor.
Tabii ki Rusların, eski sınırın her iki yanında Ermeni isyanını açıkça desteklemeye giriştikleri unutulmuyor.
Hatta Rusya'dan 100 bin, Ermenilerden de 150 bin kişilik bir kuvvet toparlanıyor.
1915 Mayıs'ında Osmanlı yetkilileri, tüm Doğu vilayetlerindeki Ermenilerin, bölgeden çıkmaları ve Kuzey Mezopotamya'daki kontrollü yerleşim yerlerine gitmeleri yönünde bir karar almak mecburiyetinde kalıyor.
İşte ne olduysa bu süreçte oluyor.
Her halde 500 bin kadar Ermeni zaman içinde açlıktan, Kürtlerin yaşadığı topraklarda yaptıkları uzun yürüyüşlerin cefasından ve karşılıklı çatışmalarda can veriyor.
Yani, planlı-kararlı bir "katliam" bahis konusu olmuyor.
Kim ne derse desin, bütün acılar, bütün ölümler bir "tehcir" sürecinde gerçekleşiyor.
Google'a girildiğinde; "Tehcir veya Zorunlu Göç; bir topluluğu yaşadığı yerden göç ettirme, göç etmesine sebep olma, sürme" şeklinde özetleniyor.
Çoğu vakit, uygunsuz iklim şartları, gıda teminindeki aksaklıklardan kaynaklanan sağlık bozulmaları, eşkıya ve çete baskınlarının, tehciri zorlu bir hale getirdiği biliniyor ve kabul ediliyor.
Ayrıca, Ermeni tehcirinde olduğu gibi, çıkarılan isyanların "mukatele"ye dönüşmesi karşılıklı can kaybını doğuruyor.
Aslında, 1915'te zorunlu göç işte böyle olumsuz şartlar altında cereyan ettiği için, her iki taraftan da ölümler olduğunu tarihler belirtiyor.
Ermenilerin zorunlu göçte yok olmalarının çok büyütüldüğü ve karşılıklı çatışmaların "katliam" gibi gösterildiği de başka bir gerçeği yansıtıyor.
Osmanlı İmparatorluğu'nda tehcirin de uygulama kurallarının yıllarca hüküm sürdüğü unutuluyor.
Oysa, "tehcir"in Balkanlar'da Türklere uygulandığı ve binlerce kişinin öldüğü tarihi gerçekler arasında yer alıyor.
Kaldı ki Ermenilerin Karabağ'daki "katliam"ı belleklerden silinmiyor.
Öte yandan; uzun yıllardan beri, hiçbir ABD Başkanı "Türkiye soykırım işlemiştir" şeklinde "kesin" bir ifade kullanamıyor.
ABD, gerçeği tarihi belgelerle öğrenmiş olmanın sıkıntısını yıllarca yaşıyor.
Sözüm ona hür dünya, bir türlü gerçeği kabullenmiyor.
Ve ne yazık ki, her fırsatta özellikle Nisan ayının sonlarında Ermenistan'ın yalanlarına, iftiralarına uyuluyor.
Ne var ki, tarih daima doğruları sinesinde barındırıyor.