Oysa, temelini yüce bir tarihten alan Türkiye Cumhuriyeti’ni değil yıkmaya kalkışmak, bunu düşünmek bile beraberinde büyük badireler ve tehlikeler getiriyor.
Her şeyden önce, Türkiye’nin bir Orta Doğu ülkesi olduğunu değil kabul etmek asla düşünmemek bile gerekiyor.
Zira, biraz “hissi” olacak ama, sanki Osmanlı İmparatorluğu’na “ihanet’in bedeli” Orta Doğu’yu sarıyor sarmalıyor.
Osmanlı İmparatorluğunun “gazabı” kendini hissettiriyor.
Üstelik, burada dinler, mezhepler, ırklar, soylar-soplar, sefalet ve refah bir biriyle kıyasıya çarpışıyor.
Bu arada, “özgürlük” zaman zaman gündeme getiriliyor.
Petrol ve doğalgaz zenginliğinin “güvenliği” en başta yer alıyor.
Orta Doğu’dan fışkıran “enerji” her şeyi daha da birbirine yüklüyor.
Sadece coğrafi değil, siyasi olarak da gizemini koruyan, pek çok meçhullerin, karmakarışık ilişkilerin, sorunların, dostlukların, ihanetlerin, çatışmaların hüküm sürdüğü Orta Doğu; her şeye rağmen varlığını sürdürüyor.
Tarih boyu, silahların susmadığı, kalıcı barışın sağlanamadığı bölgenin “petrol” zenginliği, zaten çekim merkezi oluyor.
Böylesine sosyal, tarihsel, ekonomik, stratejik konuma sahip Orta Doğu aynı zamanda bir “bataklığı” andırıyor.
Sanki, pimi çekilmiş bombalar, Mağrip’ten Maşrik’a kadar “patlama” anını bekliyor.
Kalıcı “barış” bir türlü sağlanamıyor.
Orta Doğu’nun coğrafyası da karmakarışık bir görünüm sergiliyor.
Tabii ki, petrol ve gaz paraları, “silah” olup dönüyor.
Diğer yandan; İran’ın “Nükleer bela” ile başını ağrıtmasına rağmen Mısır, Filistin, Lübnan, Ürdün, Suriye ve Irak’ta kökenini “mezhep”ten alan etkileri, girişimleri, gizli “silah” ve asker, yardımları...
Üç parçaya ayrılması hedeflenen Irak’ta bitip tükenmeyen suikastlar…
Öbür yanda; İran ve dostlarından, yıllardır gece gündüz demeden korkan, çekinen ve belki de, bu yüzden saldırgan, katı ve istilacı, ABD’nin himayesinde bir ülke İsrail...
Beri yanda; kime dost, kime düşman olacağına bir türlü karar veremeyen, çoğu kez ABD’nin dost saymadığı ülkelerle, başı derde sokulmak istenen “dengesiz” Türkiye...
Bir yanda da; başta Katar ve Suudi Arabistan olmak üzere Körfez Ülkeleri...
Taşların hâlâ yerine oturmadığı, huzurun sağlanamadığı ve yeniden alevlenen Libya...
Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren Suriye.
Her an patlamak üzere beklenen Sudan’a kadar da uzanmak şart oluyor.
İşte, böylesine bir fırtınalar içine, Rusya ve Çin’in de girmesi mümkün olduğuna göre, fotoğrafın “netliğini” tartışmak ve endişe duymak icap ediyor.
Aslında, bütün gelişmeler, petrol daha doğrusu enerji ve yollarının güven altına alınmasının anlamı çıkıyor.
Dengelerin her an değiştiği bir Orta Doğu’da, ABD’nin yıllar önce hazırladığı, sonra ülkelerin durumuna göre dizayn ettiği politikasının seyri gündemi zorluyor.
Her ne kadar; bir İran-İsrail füzeler savaşı senaryosu ortada dolaşıyorsa da, asıl düşmanın ABD ile İran’ın olduğu da hafızalardan silinmiyor.
Orta Doğu’nun “pimi çekilmiş bomba”ya benzemesinin birçok nedeni varken, aslında başta ABD ve AB ülkelerinden bazıları olmak üzere burada yaşayan bütün devletlerin büyük hataları ve günahlarının olduğunu belirtmek herkese düşüyor.
Sürece, çoğu ülkelere bağlı olan güç örgütlerinin de karışması Orta Doğu’yu ateşi bir türlü sönmeyen bir bölgeye çeviriyor.
Dünyada ki 54 kadar İslam ülkesinin içinde yer alan 22 Arap devletinin ayrı ayrı politikalar gütmesi ve menfaatlerini veya kazanımlarını koruma gayretkeşliğinin yanında İsrail’in daima tetikte olması ve “hassas durumlardan kendine görev çıkarması” zaten
Orta Doğu’nun daima kargaşa içinde olmasına yetiyor.
Sözün kısası, Allah bir kez daha Türkiye’ye “15 Temmuz”lar göstermesin.
Bu arada, her sene olduğu gibi bir süre huzurunuzdan ayrılacağımızı belirtirken özür ve saygılarımızı da sunmamız icap ediyor…