Gerçekten de; Cezayir'de, Tunus'ta, Libya'da, Yemen'de, Irak'ta ve Mısır'da hâlâ huzursuzluk "derin derin" devam ederken Suriye'de ise oluk gibi akan kan durdurulamıyor.
Bu musibeti, tümü de Müslüman olan ülkelerin başına getirenlerin vicdanları galiba sızlamıyor ki yıkımlarını, cinayetlerini devam ettiriyor.
Ne var ki işlenmekte olan cürümlerin sorumlulukları şimdiden tarihe geçiyor. Özellikle, Suriye'ye bir Libya trajedisi yaşatılmak isteniyor. Gerçi; 6 yılı aşan bu kanlı kargaşanın, kesin galibinin olmayacağı yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Bir yanda, yıllardır diktatör rejiminin oluşturduğu blok, öbür yanda, biraz da din hatta mezhep merkezli devşirilmiş gücün çarpışması gittikçe derinlik kazanıyor."Armageddon savaşı"! Sanki, "Kıyamet Senaryoları" ortalıkta dolaşıyor.
Güya, Tevrat'ın yazdığına göre "Armageddon Savaşı" veya "Kıyamet Savaşı" bir bakıma "3. Dünya Savaşı" Suriye'de çıkıyor ve yayılıyor. Yani; nereden bakılırsa bakılsın, maalesef 3 semavi dinin mensupları, birbirine düşüyor. Kaldı ki, Müslüman-Hıristiyan ayağında Vatikan'ın İsrail ile olan tarihi fakat "örtülü" düşmanlığı zaman zaman kendini gösteriyor.
Vatikan'ın arada bir, Filistin'i desteklemesinde Kudüs anlaşmazlığı yatıyor. Hatta 3 yıl kadar önce istifa eden Papa'nın Suriye ile savaş istemediği biliniyor. Soruna ve sürece şöyle bir bakıldığında; İsrail yıllardan beri ABD üzerinden İran'ı durdurmak istiyor. İran'ın ise hem Lübnan hem
Filistin'de üstlenen militanları ve Suriye topraklarını kullanarak İsrail'e ulaşmak planını halen muhafaza ettiği öne sürülüyor.
Bu arada, El Kaide bölgede kol gezerken, taşeronluk hizmetini yükleniyor. İşin garip tarafı; El Kaide'nin şimdiye kadar İsrail'e hiç saldırmadığı gerçeği akılları çeliyor. Nereden bakılırsa bakılsın, Orta Doğu özellikle Suriye "yangın yerini" andırıyor. İşte böylesine bir ortamda; Türkiye'nin Suriye sevdasından senelerdir bir türlü vazgeçmemesi tedirginlik yaratıyor. 3 milyona yaklaşan mülteci ve milyonlarca dolar harcama sadece görülebilenleri rakamlandırıyor.
Üstelik sınır boyunda ve mülteci kamplarında çıkan olaylar tedirginlik doğurmaktan hat safhaya ulaşıyor. Böylece, bölgeye olan ticaretimiz ve turizm büyük zarar görüyor. Üstüne üstlük; Suriye'ye karşı bir çatışmanın çıkarılması için, fırsatlar yaratılmak istendiği endişeyle izleniyor.
Türkiye'nin dışında oluşan ortam ve askeri durum, Suriye ile savaşı hem engelliyor gibi görünüyor hem de gizlice kışkırtıyor. Zaten, bu görünür "engelleyici" duruma rağmen, Türkiye'nin Suriye'ye karşı askeri harekât yapması için, zemin hazırlandığı da dillendiriliyor.
Esad bu sefer gidici Özellikle, yeni kurulan "İslam Ordusu" şemsiyesi altında Suriye'ye karşı girişimlerden bahsediliyor. Bu arada, Esad'ın da yakın bir zamanda yönetimi terk edeceği söylentileri gün geçtikçe yaygınlaşıyor. Tabii ki, bu süreçte de "mezhep" olgusu büyük bir yer alırken "çatışmalar" da bitmek bilmiyor.
Söz "mezhep kavgaları"ndan açılmışken üzerinde tekrar tekrar ve önemle durmak öne çıkıyor. Hizbullah, Müslüman Kardeşler, El Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin doğurduğu şuursuz güçlerin kanlı eylemleri Orta Doğu haritasını "mezhep gerilimi" ve hatta kanlı çatışmalarla sürekli ısındırıyor.
Ancak, Müslüman Kardeşler'in net ve tam olarak bir terör örgütü olmadığını da, eski yazılarımızdaki yanlış anlamları ortadan kaldırmak üzere belirtmemiz gerekiyor.
2013'ten beri sık sık Yeniçağ'da "mezhep kıvılcımları bölgemizi yakıyor" temalı yayınlanan yazılarımızda belirtildiği gibi; teröristlerin zaman içinde bütün Orta Doğu'yu birbirine kattıkları görülüyor.
Unutulmamalı ki; Batı daima yaraları kaşıyor ve "mezhep kavgaları"nı kışkırtıyor. Müslüman'ı Müslüman'a vurdurarak toprakları parçalamak isteyen "şer güçler" daha doğrusu "süper devletler" yıllarca aradıkları ortamı bulmanın tadını çıkarıyor.