Bilindiği gibi "Mezhep Kavgaları" insanoğlunun dolayısıyla ülkelerin en korktuğu, en çekinmesi gerektiği faciaların başında geliyor.
Gerçekten de ABD'de ki Kızılderili kıyımı, İspanya'daki iç savaş, İrlanda ve Fransa gibi ülkelerdeki, "Mezhep Kavgaları"nı hatırlamak bile insanı ürkütüyor.
"Kerbela faciası" 14 asırdır unutulmuyor.
Emevi baskısı, Şii şiddeti halen zaman zaman yaşanıyor.
Denilebilir ki, ülkeleri temelinden sarsan ve çok uzun bir süreci kapsayan "Mezhep Kavgaları" şimdi olduğu gibi, sınırları da aşıyor.
Masum insanları bir birine vurduruyor, katliamlar oluyor, topraklarda yapay bölünmeler oluyor.
Batı yaraları kaşıyor.
Bu yüzden Batı; daima yaraları kaşıyor ve "Mezhep Kavgaları"nı kışkırtıyor.
Orta Doğu'da; Lübnan, Suriye, Irak, İran, Bahreyn, Katar, Yemen hatta Türkiye'de "Mezhep kavgaları" çıkartılmak isteniyor.
Nitekim; Irak gibi bazı ülkelerde de kışkırtmalar kanlı olaylara dönüşüyor.
Bir yandan, ülkelerin içinde, diğer yandan ülkelerarası "Mezhep Kavgaları" sık sık gündemi işgal ediyor, hatta kanlı olaylar birbirini tetikliyor.
En önemlisi ise şimdi, mezheplerin lider ülkeleri mevkiindeki Suudi Arabistan ve İran karşı karşıya getirilmiş bulunuyor.
Tabii ki şimdi katı düşman olan iki Müslüman ülkeye katılmalar görülüyor.
Bir bakıma, şu meşhur ve meşum "Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi" (GBOP) kafaları ve hedef aldığı ülkeleri sürekli karıştırıyor.
Ancak Türkiye'ye de bulaştırılmak istenen "kanlı salgın" şükürler olsun ki sınırlarımızdan içeri giremiyor.
Zaten ülkemizdeki "Alevi" vatandaşlarımızın Şia ile ilişkisi pek görülmüyor. Daima barış yanlısı ve insan sever duygular sergileyen Alevi kardeşlerimizin asla tahrike kapılmayacakları bekleniyor.
Ne var ki, Türkiye'nin "tarafsız" görüntüsünü titizlikle muhafaza etmesi gerekiyor. Yani ne Körfez ülkelerine ne de diğer bloka "yardım" etmemek öncelikli ve hayati kural sayılıyor.
Aslında, "Mezhep Kavgaları"nın ne tür tehlikeler yarattığı ve Müslümanlığa verdiği zararlar yıllardan beri hem dile getiriliyor hem de uyarı üstüne uyarı yapılıyor. Tam huzur ve denge sağlanırken, özellikle Batı tarafından yapılan kışkırtmalar, Müslüman dünyasını yeniden alevlendiriyor.
Tarafımızdan bile yıllardan beri yapılan uyarıların çoğu bu "hassas" konuyu işliyor. Üstelik Yeniçağ Gazetesi'nde 23 Haziran 2014 ve 9 Ağustos 2015'te yayınlanan yazılar her şeyi bütün açıklığıyla anlatıyor.
Orta Doğu'yu biraz bilenler, "Mezhep Kavgaları"nın ne denli tahribatlara yol açtığını zaten her seferinde açıklıyor ve önlem alınmasını istiyorlar.
Zira, yıllar önce Afganistan'da başlayan "salgın", ülke ülke, sınırımıza kadar yayılıyor.
Irak'ın Kuveyt'i işgali, Körfez Savaşı, ABD'nin müdahalesi, Saddam'ın ortadan kaldırılışı, zincirin başlangıç halkalarını oluşturuyor.
Bu arada, İsrail'i kollamak için Filistin'i tanımama hatta onu paramparça etme gayretleri gözler önünden geçiyor.
Bölgede tedirginlik hâkim
Yani, temelinde Orta Doğu'daki zengin enerji kaynaklarını ve yollarını güven altına almak görüşü yatan (GBOP) bir başka işlevde kendini gösteriyor.
Sonuç olarak, zaten "Arap Baharı"nı Tunus, Libya, Mısır ve Suriye gibi ülkelere, "demokratik rejim" getirme bahanesiyle ve gerekçesiyle ortaya atanların, kesinlikle başarılı bir netice alamadıkları biliniyor.
Libya'da yaşananlar, Mısır'daki ihtilal ve sonrası, Tunus'taki ayaklanmalar, Suriye'deki kanlı çatışmalar ve nihayet IŞİD'ın Irak'taki istilası ABD'nin bir eseri olarak şimdiden tarihe geçiyor.
Ayrıca, çok tehlikeli "Mezhep Kavgaları" rüzgârlarının da başka komşu ülkelere estirilme gayretleri bölgede tedirginlik yaratıyor.
Zaten, "meşum" projenin en tehlikeli ve en gizli gayesi, İslam alemine "fitne" sokarak eski "Mezhep Kavgaları"nın altından ateşi eksik etmemek ve yeni "Mezhep Kavgaları"nı kışkırtmak ve çıkartmak olduğu artık anlaşılıyor.