Nisan ayının yaklaşmasıyla birlikte, Ermeni yalanı yine gündeme gelmeye başlarken gözler özellikle ABD’nin üzerinde odaklanıyor.
ABD’nin, Türkiye’yi yeniden sıkıştırması kuvvetle bekleniyor.
Çünkü, “karşılıklı menfaatler” daima dış politikaya ve uluslararası ilişkileri etkiliyor. Yani, hiçbir devlet, sevdiği veya saydığı hatta acıdığı başka bir devlete karşılıksız “güven” ilişkileri kurmaya yanaşmıyor.
Neredeyse, “evrensel” kaide haline gelen bu oluşumu hatırlattıktan sonra ABD’nin “durup dururken” Türkiye’ye karşılıksız “güven” vermesini beklemek imkansızlaşıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın “Başbakan” olmadan önce gerçekleştirdiği ABD ziyaretinden beri ilişkiler hem “müphem” hem “inişler çıkışlar” yaparak seyrediyor. Verilen bir sözün yerine getirilmesi yani meşhur “tezkere” olayından sonra, ABD’nin gerçek yüzünü gösterdiği, kamuoyu tarafından fark edilmiş bulunuyor.
ABD’nin yeni bir politikaya yöneldiğini gösteriyor.
Müttefiğimizin’nin bambaşka bir plana geçtiği anlaşılıyor.
Ne var ki ABD’nin tutumu daima yeni yeni menfaatleri çağrıştırıyor. Irak’ın kuzeyinde bir Kürt oluşumu, bütün dünyaya kabul ettirmek ve bundan azami faydayı sağlamak stratejisini sağlamlaştırmaya çalışan ABD, öncelikle Türkiye’yi “denetim” altına alma çabasını güdüyor.
Pentegon, stratejisi bir yandan Irak’ın kuzeyindeki “azgın” Kürt oluşumunu büyütüp, canavarlaştırmaya, bir yandan da, “lüzumu halinde” İran ve Türkiye’ye karşı kullanmak için, başka “gizli” kuvveti PKK’yı şimdilik “feda” etmeye sadece göz yumuyor.
Kim ne derse desin, bunca “gösterişe” ve “yamanmaya” rağmen ABD’ye, ne kadar güvenmek gerektiğini şimdiden, bütün ayrıntısıyla düşünmek icap ediyor.
Sonuç olarak denilebilir ki, dış politikada daha doğrusu ülkeler arasındaki siyasi ilişkilerde, hiçbir zaman “güven” başı çekmiyor