Aslında, böylesine dengesiz Ermeni varlığı ve tehlikesi Orta Doğu’yu yakından ilgilendiriyor. Zaten, cayır cayır yanan Orta Doğu’ya, bir de "asırlık Ermeni yalanı" fitnesi çok geliyor. 1915’lerde; bir yanda, "yedi düvel" Çanakkale’yi geçip, imparatorluğun can damarını ele geçirmeye çalışırken, diğer bir yanda Sarıkamış’ta Ruslarla ölüm-kalım savaşının sürdüğü bir ortamda Ermeni çetelerinin ortaya çıktığını hatırlamak icap ediyor.
Tabii ki Rusların, eski sınırın her iki yanında Ermeni isyanını açıkça desteklemeye giriştikleri unutulmuyor. Hatta Rusya’dan 100 bin, Ermenilerden de 150 bin kişilik bir kuvvet toparlanıyor. 1915 Mayıs’ında Osmanlı yetkilileri, tüm Doğu vilayetlerindeki Ermenilerin, bölgeden çıkmaları ve Kuzey Mezopotamya’daki kontrollü yerleşim yerlerine gitmeleri yönünde bir karar almak mecburiyetinde kalıyor.
İşte ne olduysa bu süreçte oluyor. Her halde 500 bin kadar Ermeni zaman içinde açlıktan, Kürtlerin yaşadığı topraklarda yaptıkları uzun yürüyüşlerin cefasından ve karşılıklı çatışmalarda can veriyor. Yani, planlı-kararlı bir “katliam” bahis konusu olmuyor. Kim ne derse desin, bütün acılar, bütün ölümler bir "tehcir" sürecinde gerçekleşiyor. Google’a girildiğinde; "Tehcir veya Zorunlu göç; bir topluluğu yaşadığı yerden göç ettirme, göç etmesine sebep olma, sürme" şeklinde özetleniyor. Osmanlı’daki tehcir ise şöyle tanımlıyor: "Tehcir, Osmanlı Devlet Hukukunda kökenini ‘Kur’an-ı Kerim’den alır ve ‘Haşr Suresi’ne dayandırır."
Çağdaş hukuk ve Batı hukukunda birebir kavramsal karşılığı yoktur. Yalnızca Osmanlı Hukuk Sisteminin, Dünya hukuk literatürüne soktuğu bir kavramdır. Bir kişinin, topluluğun güvenliğini diğerlerine karşı sağlamak üzere bulunduğu ortamdaki olası olumsuzluk ve huzursuzluklardan kurtarmak için devlet eli ve iradesi ile devlet sınırları içerisinde daha uygun ve sorun çıkması olanaksız yerlerine geçici veya kalıcı olarak göç ettirilmesidir. Tehcir, sınır dışı etmez, sınır içinde yer değiştirtir, Osmanlı Hukuk ve Hukuk Sistemini kavramadan bu kavramı tam olarak anlamak çok zordur. Osmanlı tarihinde en büyük ve önemli tehcir uygulaması sanıldığı gibi Ermenilere değil öncelikle Karamanoğullarından olan Türklere ve Alevi Türkmen boy ve Yörüklerine uygulanmıştır. Örnekler: Türkmen Alevi Dedeli oymağının tüm Karadeniz sahillerine, Karamanoğulları Türkleri’nin Sudan, Mısır ve İran’a dağıtılarak tehcir edilmesi.
Görülüyor ki tehcir, yani zorunlu göç sırf Ermeniler için uygulanmış bulunmuyor. Üstelik tehcirin, birbirinden hassas kuralları ve tabii ki büyük zorlukları öne çıkıyor.
Çoğu vakit, uygunsuz iklim şartları, gıda teminindeki aksaklıklardan kaynaklanan sağlık bozulmaları, eşkıya ve çete baskınları, tehciri zorlu bir hale getirdiği biliniyor ve kabul ediliyor. Ayrıca, Ermeni tehcirinde olduğu gibi, çıkarılan isyanların "mukatele"ye dönüşmesi karşılıklı can kaybına sebep oluyor. Aslında, 1915’te zorunlu göç işte böyle olumsuz şartlar altında cereyan ettiği için, her iki taraftan da ölümler olduğunu tarihler belirtiyor. Ne var ki, Ermenilerin zorunlu göçte yok olmalarının çok büyütüldüğü ve karşılıklı çatışmaların "katliam" gibi gösterildiği de başka bir gerçeği yansıtıyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nda tehcirin de uygulama kurallarının yıllarca hüküm sürdüğü unutuluyor. Oysa, "tehcir"in Balkanlar’da Türklere uygulandığı ve binlerce kişinin öldüğü tarihi gerçekler arasında yer alıyor. Kaldı ki Ermenilerin Karabağ’daki "katliam"ı belleklerden silinmiyor. Öte yandan; uzun yıllardan beri, hiçbir ABD Başkanı "Türkiye soykırım işlemiştir" şeklinde "kesin" bir ifade kullanamıyor. Çünkü ABD, gerçeği tarihi belgelerle öğrenmiş olmanın sıkıntısını yıllarca yaşıyor. Sözüm ona hür dünya bir türlü gerçeği kabullenmiyor.