Kurtuba Camii

Endülüs Emevilerinin başkenti Kurtuba'da 600 cami vardır. Bu camilerin en anıtsal ve ihtişamlısı Kurtuba Camii'dir. Vadil-Kebir nehri kenarındaki caminin temelini 786'da I. Abdurrahman atmıştır.

Caminin kare minaresinin kenarları 8,48 m'dir. Kubbe sisteminde üst üste binen kemerlerde kırmızı beyaz mermer kullanılmıştır. Cami içinde 1293 sütun vardır (Özkeçeci, 2006:247). Bu ulu cami bugün Cordoba Katedrali'dir.

Oymalı mermer mihrabı bütün camiler içinde en güzel mihraplardandır. Duvarlarda kufi yazılar lacivert zemine altınla yazılmıştır. Minber, pek çok fildişi parçayla, değerli taşlardan altın çivilerle yapılmıştır.

İspanya'nın Cordoba (Kurtuba) şehrinde, şehrin ortasından geçen Guadalquivir (Vad'il Kebir) ırmağının kenarında bulunan Kurtuba Camii dünyanın en büyük ve en eski camilerinden biridir.

Abdurrahman I tarafından yaptırılan ve 785 yılında inşaasına başlanan caminin yapımı bir yılda tamamlanmıştır. İlk yapıldığındaki büyüklüğü 75 metre eninde ve 100 metre boyundaydı. Daha sonraki hükümdarlar camiyi çeşitli eklemelerle büyüttüler. 833 yılında, Abdurrahman II, doğu ve batı taraflarına birer sahın ekleyerek sahınların sayısını 11'e çıkardı. 961 yılında II. Hakem, camiye 11 sahın ve 11 kemer daha ekleyerek uzunluğu 47,5 metreye çıkardı. Bu ilaveler ilk şekli bozmadan, aynı üslupta yapılmıştır.

Bu eklemelerden sonra mabet 175 metre uzunlukta, 134 metre genişlikte muazzam bir yapıya dönüştü. Caminin çevresinde 12,20 metre yükseklikte kalın bir duvar vardır.

Dünyadaki en fazla sütuna sahip olan mabet, Kurtuba Camii'dir. Sütunlardan oluşan 19 paralel yol, bu doğrultya dik 36 adet yolu dik açıyla keser. 850 adet olan sütunların çoğu granitten, bazıları da çeşitli taşlardan yapılmıştır. Sütunlar, tuğlalardan ve beyaz taşlardan meydana gelen kemerleri destekler.

Caminin 20 kapısı vardı. Kapıların önünde özel portakallıklar kurulmuş, her taraf yeşilliğe bürünmüştü. Caminin etrafında bahçeler, havuzlar, fiskiyeler, çeşmeler vardı. Müslümanların abdest alabilmesi için pekçok şadırvan yapılmıştı. Zemini en kıymetli mermer ve süslü tahtalar ile işlenmişti. Tavanın yapılması için kullanılan kıymetli Lübnan tahtaları, ayrı bir güzellik, ayrı bir heybet veriyordu. Duvar ve tavanlarda oymalar, işlemeler ve çok güzel yazılar vardı. İnsan camiye girip bir göz atsa, sanki bu muhteşem sütun ormanı bitmeyecek gibi görünüyordu. Geceleyin binlerce gümüş kandillerden fışkıran renkli ışıklar, camiyi aydınlatıyordu.

1632 senesinde Mısır’da vefat eden Ünlü tarihçi Ahmed El-Makkari, Nehf-ut-Tib min-Gasni Endülüs-ir-Ratib adlı kitabında, camiden bahsederken, onu aydınlatan lamba ve kandillerin 7425 adet olduğunu, bunların senenin normal günlerinde yarısının geceleyin, Ramazan ve bayramlarda ise, hepsinin yandığını, lamba ve kandillerin yanması için, senede 24.000 okka zeytinyağı sarf edildiğini, ayrıca camiye güzel koku vermek için, her sene 120 okka amber ve ödağacı yakıldığını yazmaktadır.

Minarelerin tepesinde nar şeklinde başlıklar bulunuyordu. Bu başlıklar mücevherler, inciler, zümrütlerle süslenmiş, taş araları altın parçaları ile örtülmüştü. Hıristiyanlar, 1492’de Endülüs Devletini mahv edip Kurtuba’ya girince, ilk iş olarak, bu camiye saldırdılar. Camiye sığınan Müslümanları merhametsizce boğazladılar. O kadar ki, caminin kapılarından kan akmaya başladı. Ondan sonra, altın minberi parçalayarak aralarında taksim ettiler. Fildişinden yapılmış rahleleri paylaştılar. Minberde saklanan ve hazret-i Osman’ın yazdığı Kur’an-ı kerim’in bir eşi olan inci ve zümrütle işlenmiş nefis Mushafı ayaklarının altına alarak çiğnediler. Böylece, bu iki eşsiz eser (mushaf ve minber) tahrib ve imha edildi. Vahşi İspanyollar, bütün Müslüman ve Yahudileri kılıç tehdidi ile zorla Hıristiyan yaptılar. Dinini değiştirmek istemeyenleri, hemen öldürdüler. Ellerinden kaçabilen Yahudiler, Türkiye’ye sığındılar. Bugün Türkiye’de bulunan Yahudiler, bunların torunlarıdır. Halbuki, Müslümanlar, ilk defa bu memleketleri zaptettikleri zaman, orada yaşayan Hıristiyan ve Yahudilere hiç dokunmamış, onların kendi dinlerine göre ibadet etmelerine katiyen mani olmamıştı.

Hıristiyan İspanyollar görülmemiş bir vahşet ile Müslüman ve Yahudileri yok ettikten sonra, bu şahaser camiyi yıkmağa başladılar. Önce minarelerdeki altın ve zümrütle işlenmiş nar şeklindeki başlıkları indirerek yağmaladılar. Bunların yerine adi taştan yapılmış, güya melek şeklinde çirkin başlıklar koydular. Tavandaki o haşmetli, güzel tahta süsleri söktüler. Yerdeki güzel mermerleri kırıp parçaladılar. Yerlerine adi taşlar dizdiler. Duvarlardaki bütün güzel süslemeleri yerle bir ettiler. Sütunları yıkmağa çalıştılar. Fakat, ancak bir kısmını devirebildiler. Geri kalan sütunları adi kireçle badana ettiler. Yıkılan sütunlar, yüzlerceydi. Caminin içinde büyük bir mermer yığını halinde serilmiş, kalmıştı. Yirmi kapıdan çoğu taşlarla örülerek kapatıldı. Nihayet, en son bir vahşet eseri olarak, 1523 senesinde caminin içine bir kilise koymaya karar verdiler. Bunun için, o zaman, İspanya ve Almanya İmparatoru olan Beşinci Karlos’tan (1500-1556) izin istediler. Karlos (Charles Quint), bu teklifi evvela reddetti. Fakat, fanatik kardinaller onu mütemadiyen sıkıştırıyor, din uğruna bu işin muhakkak yapılması gerektiğini savunuyorlardı. Bunların başında çok büyük nüfuzu olan kardinal Alonso Maurique vardı. Bu kardinal, aynı zamanda papayı da bu iş için kandırmış ve papanın da caminin kiliseye çevrilmesini arzu ettiğini gören Charles Quin, bu işe muvafakat etmek zorunda kalmıştı. Böylece, caminin ortasına bir kilise yapılmasına karar verildi. Kilise yapmak için birçok sütun daha yıkıldı ve camide kalan sütun sayısı 812’ye düştü. Yani, en azından 400 kıymetli mermer sütun yıkıldı. Yapılan kilise, caminin ortasında haç şeklinde 52x12 m boyutunda çirkin bir bina olarak kendini gösterdi. Charles Quint, bizzat Kurtuba’ya gelerek bu kiliseyi gördü. Çok üzüldü; “Yaptığınız vahşeti görünce, size bunun için izin verdiğime çok pişman oldum. Dünyada bir benzeri bulunmayan, bu güzel eseri böylece tahrib edeceğinizi bilseydim, size müsade etmez ve hepinizi cezalandırırdım. Yaptığınız bu çirkin kilise, eşi her yerde bulunan adi bir binadan ibarettir. Halbuki, bu haşmetli caminin bir eşini yapmak mümkün değildir.” dedi. Bugün bu haşmetli binayı ziyaret edenler, harab olmasına rağmen, İslam mimarisinin bu büyük eserinin güzelliği, büyüklüğü karşısında hayran kalmakta, ortada bir cüce gibi görünen kilisenin haline acımakta ve böyle bir haşmetli eserin bu hale gelmesine müteessir olmaktadırlar. Yukarıdaki yazı 1894 yılında Almanya’da Würzburg şehrinde yayınlanmış olan “Spanien= İspanya” adlı eserden alınmıştır. Bu eser Prens Salvator, Prof. Graus, Teolog Kirchberger, Baron Von Bibra, Bayan Theelfall tarafından hazırlanmıştır.

Kurtuba’daki caminin adı bugün “La Mezquita Kilisesi”dir. Bu kelime “Mescid” isminden gelmektedir. Yani, hala bu bina mescid ismini taşımakta, onu ziyaret edenler, bir kilise değil, İslam medeniyetinin büyük ve haşmetli bir eseri olarak görmektedir.

Netice olarak şu denebilir ki; Fatih Sultan Mehmed Hanın Ayasofya’ya muhteşem girişleri ile, İspanyolların Kurtuba Camiine zalimane girişleri dünya aleminin ibretle hatırlayacağı Örneklerden olmalıdır.
Kurtuba Camii'nin en güzel kısmı mihrabı ve minberidir. Mihrap at nalı şeklindedir. Mihrap kemerinin dayandığı sütunlar eşsiz güzelliktedir. Kurtuba Camii Kemerleri
Caminin dış süsleri çok zarar görmüş olmasına rağmen iç süsleri hala göz kamaştırıcıdır. Mabedin bir diğer özelliği de kemerlerin iki katlı olmasıdır ve bu özellik yalnız bu camide bulunmaktadır.
Kurtuba Camii, 1236'da katedrale çevrilmiştir. 1523'te çeşitli ilaveler yapılmıştır, fakat bu arada orta kısımlardan 63 adet çok güzel sütun kaldırılmıştır. Bu harika eserdeki mimari özellik, kendisinden sonraki pek çok esere örnek olmuştur.
OGÜNhaber