Fakat yanında su yoktu, etrafta da ne bir dere, ne de bir su kaynağı görünmüyordu. Şöyle kısa bir araştırma sonunda bir su kuyusu buldu. Fakat kuyudan su çekmek için ne bir kova, ne de bir ip vardı. Ne yapacağını bilemedi, durdu. Nasıl yapayım da bu kuyudan suyu çıkarayım diye çare düşünürken, civardaki evlerden birinin önünde kendisine bakmakta olan bir kız gördü.. Hemen ona hâlini arz ederek bir kova ile ip getirmesini istedi. Evinin önünde bekleyen kız, çaresiz bir şekilde kuyunun başında bekleyen bu yaşlı pir-i fâniye kim olduğunu sordu. Zamanın âlimlerinden olan Süleyman el-Cezûlî Hazretleri kendisini tanıtınca kız hayretle: “Bütün insanlar sizin ilminizden istifade eder, sizi hayır ve kerametle överler. İnsanların bir müşkülü olduğu zaman sizden yardım beklerken, siz kuyudan bir kova su çıkarmaktan aciz kalmışsınız.” dedi. Bunun üzerine Süleyman el-Cezûlî:
“Evladım hiç kuyudan ipsiz, kovasız su çıkarılır mı, bu nasıl olur? deyince, kız kuyunun başına gelip, bazı şeyler okuyarak kuyunun içerisine üfürmeye başladı. Mevlâ’nın hikmeti, o andan itibaren kuyunun içindeki su kabarıp yükselmeye başladı. Nihayet kuyunun suyu tamamen dolarak taştı. İmam el-Cezûlî bu işe çok taaccüp etmişti. Kuyudan taşan sudan hemen abdestini aldı sonra kıza dönüp:
“Evladım! Sen bu keramete hangi amelin sebebiyle nail oldun?” diye sorunca, kız dedi ki:
“Ben Peygamber Efendimize salâvatı şerifeyi çok getirip, buna devamla bu keramete nail oldum.” diye cevap verdi.
İmam el-Cezûlî Hazretleri kızın bu apaçık kerametine şahid olunca salâvatı şerife zikrini artırdı ve daha çok salâvat getirmeye başladı. Yaşadığı bu hâdise hiç aklından çıkmıyordu. Kız bu keramete ulaşmasının sebebi olarak salâvatı şerifeye devam ettiğini söylemişti; ama acaba bu hangi salâvatı şerifeydi? Çünkü o kadar çok salâvatı şerife vardı ki. .
Yine bir gece yatağına uzanmış yatıyordu; ama bunları düşünmekten gözüne uyku girmemişti. Derken gecenin yarısı olunca bir de baktı ki, hanımı yavaşça yanından kalktı. Abdestini aldı, elbisesini giyindi ve bütün hazırlığını yaptıktan sonra da kapıdan çıkıp gitti. Hanımının bu hâlinden şüphelenen İmam el-Cezûlî hiç belli etmeden gizlice onun arkasından nereye gittiğini takip etmeye başladı. Bir de ne görsün; hanımı evin kapısından dışarı çıkınca orada onu iki tane aslan bekliyor. Biri önünde biri de arkasında olmak üzere aslanlar hanımına refakat ederek, sahile doğru gitmeye başladılar. Süleyman el-Cezûlî heyecan ve merakla onları takip etmeye başladı. Hanımı denizin kenarına gelince, aslanlar orada beklediler. O denizin üzerinden yürüyerek sahile yakın tenha bir adacığa gitti. Orada bir müddet ibadet ettikten sonra su üzerinde yürüyerek tekrar sahile geldi. Deniz kenarında onun gelmesini bekleyen aslanlar, o gelince yine biri önünde biri arkasında eve kadar ona refakat ettiler. Tüm bu olanları hayretle izleyen İmam el-Cezûlî Hazretleri, gizlice hanımından evvel eve gelip sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi yatağına uzandı. Biraz sonra da hanımı geldi, elbiselerini değişti ve usulca yatağına yatıp uyudu.
Süleyman el-Cezûlî Hazretleri ertesi gece yine tetikteydi. Acaba bu olay sadece o geceye mi mahsustu, yoksa ondan sonraki gecelerde de tekerrür edecek miydi?.. Ertesi gece yine aynı saatte hanımı aynı şekilde kalktı. Abdestini aldı elbisesini giyindi ve bütün hazırlığını yaptıktan sonra evden çıktı. Dün gece ki gibi dışarıda onu iki tane aslan bekliyordu. Yine biri önde biri arkasında aslanlar hanımına refakat ederek sahile geldiler. Denizi yürüyerek geçip o küçük adacığa gitti. Orada bir müddet ibadetini yaptı ve tekrar sahile yürüyerek döndü. Aynı şekilde aslanların refakatinde evine geldi. Elbiselerini değiştirip, hiçbir şey olmamış gibi yatağına girdi.
İmam el-Cezûlî üçüncü gece hanımını tekrar takip edip, yine aynı olaylar cereyan edince artık daha fazla dayanamadı ve hanımıyla konuştu. Meseleyi ona açıp, üç gecedir kendisini takip ettiğini, ondaki keramete vakıf olduğunu anlattı. Bu kerametin sırrını öğrenmek istedi. Bunun üzerine hanımı tebessüm ederek: “Efendi! Demek sırrıma vakıf oldunuz. Bu benim için birkaç günlük mesele değildir; ben senelerdir böyle yaparım. Bana böyle bir kerametin ihsan edilmesine gelince, bunun sebebi Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’a çok salâvat getirmektir.”
Süleyman el-Cezûlî Hazretleri günlerden beri kafasını meşgul eden soruya galiba cevap bulabilecekti. Hemen hanımına sordu: “Ey Hatun! Hangi salâvata devam etmekle bu keramete nail oldun?” Hanımı kocasının bu sorusuna cevap vermek istemedi. Fakat kocası ısrarla bunu açıklamasını isteyince dedi ki: “Efendi! Bunu söylemeye müsaade yok. Ama madem söylemem için çok ısrar ediyorsun, o hâlde bu gece istihare yapayım, eğer müsaade olursa, o zaman söylerim.” dedi.
O gece istihare yaptı. Ertesi sabah istihare neticesine göre kocasına durumu şöyle anlattı:
“Bu salâvatı şerifeyi açıkça söylememe müsaade edilmedi. Lâkin şuna müsaade var ki, sen bütün salâvatı şerifeleri araştır ve bulduklarını bir kitapta cem et. Şayet benim okuduğum salâvatı şerife o kitapta mevcut ise söylerim.” dedi.
Bunun üzerine Süleyman el-Cezûlî Hazretleri araştırma yapmaya başladı. Ne kadar salâvatı şerife ile alâkalı eser varsa, gözden geçirdi. İnceledi, tetkiklerde bulundu. Bu işin ehli olan zatlara danıştı ve sonuç itibariyle bulduğu tüm salâvatı şerifeleri bir araya cem ederek, onu “Delâil-i Hayrât” ismiyle kitaplaştırdı. Bu kitabı gözden geçirmesi için hanımına sundu. Hanımı bu kitabı baştan sona okuduktan sonra eşine dedi ki:
“Evet, benim okuduğum salâvatı şerifeye bir kaç yerde rastladım. Sen bunu okumaya devam et.” dedi.
İmam el-Cezûlî bunun üzerine o kitabı hem kendisi okudu hem de bütün Müslümanlara okumalarını tavsiye etti. İçinde pek çok salâvatı şerifenin bulunduğu bu “Delâil-i Hayrât” kitabı asırlardır okunmaktadır. Bu kitabı okuyan pek çok kimse maddî ve mânevî hastalıklarına şifa buldular ve Allah’ın lütfuna mazhar oldular.