İdama mahkum sehpaya çıkmış ipi boynuna dolanmış laza sormuşlar, "Son bir diyeceğin var mı?"
-"Ha bu baa bi ders olsun..." demiş.
Geçtiğimiz aylarda eski ayakkabı ve terzi esnaflarıyla sohbet ederken öğrendim ki, 50-60 yıl öncesine kadar şehir merkezinde iki yüz elli terzi dükkanı varmış, her evde dokuma tezgahları…
Yüze yakın ayakkabı imalatçısı.
Bakırcılar Çarşısı'na sığmayan bakırcı esnafı.
Fabrika gibi çalışan urgancılar…
Sonra…
"İşler gitgide azaldı. Esnaf karnını zar zor doyuracak duruma düştü. Tam o sıralarda Allah razı olsun devlet, Karayolları, DSİ, YSE, Orman Bölge Müdürlüğü gibi kurumları açtı, millet işe girdi de karınlarını doyurdular..." diye özetliyor süreci amcamız.
Bu olaya tersinden bakarsak tam bir felaket resmidir aslında.
Sanatkarı, zanaatkarı, girişimciyi kamuya işçi memur yaparak bu şehirde ürerimi, teşebbüsü, ticareti baltalamış, öldürmüş devlet.
O kurumlar olmasa belki çıkış yolları arayacak, yeni üretim modelleri deneyecek, şirketleşecek, sanayileşecek hem kendilerini hem şehri kurtaracak, ileri götürecek insanları devlete işçi memur yaparak büyük bir hata yapmışız.
Devlet bu şehrin üretim, istihdam ve sanayi şehri olması için yapması gereken yol ve elektriği getirmek yerine bölge müdürlükleri getirmiş.
Adeta bu vilayetin sanayileşmesini istememiş.
Ve ondan sonra bu şehrin her şeyi devlete bağlanmış, devlete mahkum olmuş. Devlet verirse doymuş, vermezse aç kalmış.
Devlet söz verirse konuşan, sus derse susan, susmak zorunda kalan bir yapıya bürünmüş.
Bürokratı yukardan gelmiş, siyaseti yukardan belirlenmiş…
Geçtiğimiz yıllarda "Yerli otomobil Kastamonu'da üretilsin", "Kastamonu'ya demiryolu gelsin" diyenlerle /siyasetçisiyle, bürokratıyla/ atanmışlar dalga geçtiler.
Tayyip Bey talimat vermese ne Ilgaz Tüneli'ni, ne İnebolu Limanı'nı ne bölünmüş yolları, ne havalimanını istemeyi akledemez, akletseler cesaret edemeyecek insanlar suyun önündeki taş gibi durdular milletin önünde, ne içebildiler, ne millete içirdiler...
Son günlerde THY'nin Kastamonu uçuşlarını sürekli ertelemesini konuşuyoruz.
Bu bana utanç verici, onur kırıcı geliyor. Dilenci gibi hep istemek, hep dertlenmek, hep ağlamak ve sürekli alamamak.
Oh olsun diyesim geliyor bazen.
Havayolu şirketimizi biz kuralım, uçağımızı biz alalım, yolcumuzu biz taşıyalım, ülke genelinde hatta uluslararası yolcu taşımacılığı yapalım diyecek kimsemiz yok mu?
Turizmle kalkınacağız diye bir hayalin peşine takıldık. Hiçbir ulusal-uluslararsı tur şirketine kendimizi anlatamadık. Gelmiyorlar, getirmiyorlar.
Gelirsek şu kadar isteriz diye esnafın midesindeki ekmeği bile söküp almak istiyorlar. Bir tur şirketi kurmak, zor mu, imkansız mı?
"Ağlamayana meme vermezler" diyoruz sürekli. Belki doğru ama biz ağlayan bebek olmaktan çıkalım artık. Seksen yıldır ağlayan, isteyen, bekleyen bir bebek olabilir mi Allah aşkına.
Biraz büyüyelim, elimiz iş tutsun. Mamayı biz yapalım, kendimiz yiyelim, başkasına da yedirelim…
Büyüdüğümüzün farkına varalım, büyüdüğümüzü isbat edelim.
Büyük düşünelim, büyük işlere girişelim.
Siyasette, ticarette, sanayide, kültürde büyük düşünebilen, büyük işler yapabilecek insanlarla yürüyelim.
Önümüzde, yanımızda, arkamızda çaplı, ufuklu, cesaretli, hamiyetli adamlar olsun, onlarla yürüyelim.
Yürüyelim artık…