Sonuçlarının tarafıma ağır olarak ödetileceğini bildiğim halde yazmaya başlayacağım...
Ülkemizin neredeyse üçte birini oluşturan büyük ehlibeyt dosyasını tüm bilinmeyenleriyle yazacağım...
Her türlü devlet içindeki oluşumunu karşımıza alacak ayrıca bu konu üzerinde rant odaklarına hizmet eden tüm sivil toplum kuruluşlarını yok sayarak devam edeceğimin bilinmesini isterim...
Yazımıza başlamadan önce kendi hakkımda bazı bilgiler paylaşacağım...
Kütahya ili Tavşanlı ilçesi Dedeler köyünde doğdum...
730 yıl önceki soy atam olan Saru İsmail Sultan, Hacı Bektaşi Veli Hz'nin yanında 32 yıl genel sekreterlik yapmıştır.
Türbesi köyümüzde bulunan soy atamızdan kalan ve kendisine bizzat Hacı Bektaşi Veli Hz'leri tarafından verilen Türklük mührününde taşıyıcısıyız.
Hacı Bektaşi Veli Hz'nin aynı dönem öğrencilerinden olan Karacaahmet Sultan'ı İstanbul'a, Hacı Bayram Veli Hz'leri Ankara'ya soy atam Kütahya'ya görevlendirilmiştir.
Türkiyedeki dinler tarihini irdeleyecek ve alevi dosyasını belkide hiç cesaret edilemeyen yönüyle ilk defa kaleme alacağız...
Sonuçlarını kestiremediğimiz bu özel yazı dizisinde, okuyucularımızın konu hakkında yeterli bilgiye ulaşacaklarını ve sokağa çıktıklarında aslında hepimizin birbirimizden farkı olmayan özel kardeşler olduğunu hissedeceksiniz...
Öncelikle "Alevilik nedir?" ve "Türkiyedeki yapısı nasıl şekillenmiştir?" sorularının cevaplarıyla başlayacağız...
Bilinmesi gereken en önemli deyişlerden birinin de Aleviliğin Hz. Ali yandaşlarının genel adı olduğudur.
Türkiyenin çok büyük bir çoğunluğunda bu isim Bektaşi olarak nitelendirilmelidir.
Çünkü Türkiyede Şia sayısı azdır. Bilinenin aksine Bektaşi sayısı 20 ila 25 milyon kişiden oluşmaktadır ki; Bu Türkiye nufusunun üçte birine tekabul etmektedir..
Peki nedir bu Bektaşilik? Anadolu topraklarında nasıl yer edinmiştir ve toplum gözündeki değeri nedir?
Tabiki sorular burada bitmemektedir. Hangi toplumun bireyleri kendilerini alevi yada bektaşi olarak nitelendirmektedir?
Ayrıca bu aziz millet, Sünni camiaya kimler olarak tanıtılmış ve ayrılık tohumlarının nasıl filizlendiğini inceleyeceğiz.
İşin can yakan boyutu filizlenen tohumun bugün bir orman olduğudur. Sükunetimiz koruyarak sabırla yazı dizisini okuduğunuzda gerçeklerin hiçte anlatıldığı gibi olmadığını, vicdani olgularınızla değerlendirdiğinizde ruhunuzun incindiğini hissedeceksiniz...
Aslında en başa dönecek olursak insanoğlu göksel uhreviyatı yerselde ve yerelde uygulama kalktığı an kaybetmişti.
İndirilen peygamberler ve kitaplar bizler için yeterliydi ama doymadık. Kana doymadık, cana doymadık, mala doymadık.
Daha sonralarında insanların gerek yaşam ve giyim tarzları gerekse saç sakal gibi argüman zannedilen fiili eylemlerde bulunması ayrılıkları tetiklemiştir...
Tüm insanlık gibi bizlerde bir inanç sistemine entegre olmak zorundayız. Eğer entegrasyon sorunu yaşarsanız, kişiliğinizde boşluk oluşacağı izlenimi zihninize kazınmıştır.
Burada maalesef şöyle bir sorun yaşanmaktadır. Mensubu olduğunuz inanç sistemiyle yaşayarak pekala hayatınızı idame ettirebilirsiniz fakat tüm dinlerde olduğu gibi İslam dinimizde de bölünmeler yaşanmıştır.
Karşıt görüş her daim bir düşman olarak görülmüş, aynı dine mensup olmamıza rağmen içimizdeki rant odakları bu işin böyle sürerse devamlılık arz etmeyeceğine kanaat getirmeleri sonucu mezhep ve tarikat gibi oluşumların doğması engellenememiştir...
Sünniliğin Dai'si Hacı Bektaşi Veli Hz ve Mevlana Celaleddini Rumi Hz aynı öğretileri Türkmenlere nakş etmiştir.
Hacı Bektaşi Veli, hocalar hanedanının öğrencisi Hoca Ahmed Yesevi'nin yesevilik inancını Bektaşilik olarak lanse ederek misyonunu tamamlamıştır.
Mevlana'nında Moğol etkisinde olduğu düşünüldüğünde her iki tarafın Türkçü bir yapıya sahip olduğunu görmekteyiz.
Bakın burada çok hassas bir durum meydana gelmekte ve İslam dinimizin arap yarımadasından dünya'ya yayılması tasarlanmaktadır..
Konu sürekli dallanıp budaklanmaktadır fakat dikkatle incelendiğinde İran Şialığının Oruç, Namaz, Haç ve Şeriat konularında çok sert kuralları olduğu açıkça görünmektedir.
Nusailikte farklı bir durumdur fakat Bektaşilik Türk ırkının büyük bir bölümüne tam olarak nufuz etmiştir.
Selçuklu'da aynı dönemlerde Nizamiye medreseleri, din bölünmelerine engel olmak için Nizamülmülk tarafından bizzat tesis edilmiştir. Maalesef bu tarihi bir hatadır.
Günümüzde dahi Anadolu Bektaşiliği denildiğinde hiç bir tarih profesörü net bir açıklama yapamamaktadır...
Neredeyse son bin yıldır Türk tarihinde hiç bir lider Teknokrasi'yi yönetim sistemi olarak benimsememiş ve sayıları çok az olan TEKNOKRAT'ların kendilerini tanıtmalarına müsaade etmemiş ve hala etmemektedir. Çünkü teknokratlar asla din bazlı çalışmazlar. Zaten bu durum bin yıldır hiç bir liderin işine gelmemektedir.
Gerçek şudur ki toplumları dinsel ritüellerle yönetmek en kısa ve ucuz yoldur.
Kuramsal ve kaidesel inanç sistemleri tüm toplumları savunmasız kılmıştır. Bütün dünya gibi bizlerde tasarlanmış bir sistemin parçalarıyız.
Romalıların ve Doğu Romalı(Bizans)ların konvansiyonel fikir birlikteliği ile Türk'ün özü değişime uğramıştır. Dinsel anlamda uyguladıkları espiyonaj teknikleriyle inanç bölünmeleri yaşamamız, çok ince hesaplarla sonuçlanmıştır.
Konu ülkemiz olunca sürrealist yazılar yazmak istemiyorum.
Fakat şu bir gerçek ki; 1959 yılında Ordunaryus Prof.Cahit Arf'in bir toplantıda "makinalar düşünebilir mi?" ve "yapay zeka" diye sorularla başlayan tartışmasından sonra ülkemiz üzerinde sonu terör örgütü olmakla biten onlarca dini teşkilat işbaşı yapmıştır...
Gerçeği, sadece gerçeği okumak zorundasınız...
Bir sonraki bölümde buluşmak ümidiyle hoşçakalın..