Peki ya koca dünyanın bu kalabalık çocuklarına…
Kalabalıklarımızı; toplumlarımızı da doğayı kirletir gibi kim kirletti?
Bizler…
Elbette ki biz İnsanlar…
Öylesine büyük bir yarışa tutulduk ki, az sonra açılacak baklavacının bedava baklavasını alabilmek için birbirini ezen, nezaketten ve aslında sorumluluktan uzaklaşmış kontrolsüz bireyler gibi bizi biz yapan tüm değerlere hücum ettik. Onları gündelik karlılıklarla köle pazarında satar gibi sattık. Kimi zaman doğayı koyduk tezgâha, kimi zaman ise toplumu. Kirlettiğimiz kadar kirleniyorduk oysa…
Canlılığın ilk manifestosu, varlığın en hakiki betimlemesi enerjidir. Enerji dediğimizde aklımıza gelen yakıt türleri, tribünler, santraller vs. olmamalı ve aslında olmamalıydı. Yaşamın kaynağı ve insanlığın yaradılış gerçeğinin dahi temeli enerji’dir. Enerji, “yaşam enerjisinin tüketimi ve/veya toplum enerjisinin artışı” gibi ifade edişlerimizde laf olsun diye kullandığımız boş ve anlamsız bir şey haline de gelmemeliydi.
Şehrin ışıklarını aydınlatırken, toplumsal karanlığın ne boyutlara gelebildiğini çok daha önce fark etmeliydik. Tüketen toplumların daha hızlı tüketim için yorulduğu yeni teknolojilere öylesine hızlı uyum sağladık ki bu uyumun oluşturduğu karanlığı umursamaz olduk. Bu karanlık ki üreten bir teknoloji kültürü yerine tüketen bir teknoloji aymazlığı haline geldi ve bize kattığı verimlilikten tümüyle kopuk olan tutarsız, yok edici ve sanal bir hal aldı. Her karanlık toplumda olduğu gibi enerji israf ederken birbirimizle yarışmayı maharet sandık.
Doğa ve bize sunduğu eşsiz kaynakların hiç tükenmeyeceğini sanıyorduk. Sınırlı olduğu bilincine varmak yerine vahşice tüketmekten ne yakın geçmişimiz ne de şimdimiz zerre ders çıkarmış da görünmüyor. İsraf ve ziyan her geçen gün daha da büyüyor. Ekonomik karlılık yegâne başarı çıtamız… Toplumun temel ihtiyaçlarınsa; hırs ve doymak bilmeyen arzularına hizmet sunmak yakın geçmişimizin ve şimdimizin en ulu değerleri halinde. Önce toplumun enerjisi dönüştürüldü ve sonra temel ihtiyaçlarını düşünmek yerine sürekli fazlası için tüketen ve üretimi önemsemeyen toplumlar inşa edildi. Dönüşen bu israf toplumu ise bitmez sandığımız doğanın kutsal tüm kaynaklarının yok edilmesine suskun ve umursamaz kaldı.
Çok daha fazla tüketmeliydik…
Trend buydu…
Yolumuzu bulmak yoldan çıkmanın adı olmuştu.
Bu akışı tersine çevirmek isteyenlerimiz yok muydu?
Elbette onlar vardı ve daima olacaklarına da zerre kuşkum yok. Fakat biz onlara ne yaptık?
Bize, “durun!” dedikleri için onları vatan haini, insanlık katili, vahşiler gibi gördük. Oysa doğa ve insan için öylesine değerli projeleri vardı ki…
Güzel olanın güzelliğine emekçi olanların, neredeyse tüm nefesinin kesildiğini düşündüğümüz zamanlarda; doğal yaşama saygının ve insan hayatına değer katmakla mücadele eden insanları neredeyse arama motorlarında ödev konusu yapmaya başladığımız sürece girmiştik.
Her kimin sebebiyle ne önemi var. Yaratıcının, doğanın, ülkelerin belki de penguenlerin eliyle Covid-19 Yeni Tip Koronavirüs çıkageldi. Tüm dünya ülkelerine acımazca ve hatta zalimce, katliamlar yaparak girdi. Tüm terslerimizi düz yapmamız gerektiğini bize daha nasıl izah edebilirdi?
İstesek de istemesek de iş hayatımızdan, doğa ile olan birlikteliğimize ve yine bir toplumu oluşturan değerlerimize karşı eskisi gibi olmamamız gerektiğini küçüğümüzden büyüğümüze bu acı süreç öğretti.
Dün itip kaktığımız “yenilenebilir enerji üretimine” artık milli bir şuur ile seferberlik başlatmanın halen vakti gelmedi mi?
Geç bile kaldık!
Doğaya, ülkemize, insanlığa ve gelecek nesillere daha güzel bir gelecek hazırlamak bir an dahi vakit kaybetmeden yenilenebilir enerji üretimine büyük bir önem ve titizlikle emek vermeliyiz. Tüketen ve yok eden bir enerji kültüründen, üreten enerjiye…
Karanlık kalabalığımızı artık aydınlatmanın zamanıdır.
Bu ışık yenilenebilir enerji ile geleceğimizi aydınlatacaktır.
Güneş bize küsmedi… Bizden mucizesini hiç esirgemiyor.
Güneş’e fırsat vermeliyiz…
Rüzgarlar niçin sadece şiirlerde kaldı.
Oysa öylesine güzel esiyorlar ki,
Yarının dünyasında daha kaç ocak ısıtacak, kaç hane aydınlatacak…
Varlığımızın meselesi, Milli meselemiz olmayı hak etmiyor mu?
Günümüzün ihtiyaçlarını karşılamak için öncelikle verimlilik ve tasarruf kültürümüzün oluşturulması gerekir. Ülkemiz ve nefes aldığımız bu gezegenin yaşamını tüketen değil üreten enerji projelerine öncelik vermeliyiz. Küresel hedeflerimiz doğrultusunda sürdürülebilir bir gelecek inşa etmeye devam etmeliyiz.
Yeni Tip Koronavirüs’ün bir neden ilişkisi ile fosil yatık tüketiminde ciddi azalışı hava kirliliği seviyesini nasılda düşürdü. Nefes alışımıza fayda sağlayacak ve tüketim çılgınlığı ile karanlığa itilen toplumumuzu aydınlatması ile çok daha güçlü bir enerji katacak çalışmalara öncelik vererek, temiz enerjiye daha fazla odaklanacağımız yeni bir döneme girdiğimizi unutmamalıyız.
Ne mutludur ki sektör temsilcileri ile gerçekleştirdiğimiz görüşmeler neticesinde; Akılcı depolama yöntemleriyle Rüzgâr ve Güneş enerjisi yatırımlarında ciddi hareketlenme olduğunun bilgilerini alıyoruz.
ABD, rüzgâr enerjisine 2030 yılına kadar 60 Milyar dolar yatırım yaparken, Fransa nükleer enerjiden kademeli olarak uzaklaşarak rüzgâr enerjisine yöneliyor.
İngiltere, rüzgâr ve güneş enerjisi projelerine hız verirken, Belçika ve Hollanda’da rüzgâr enerjisi yatırımlarını planlıyor.
Rüzgâr ve güneş enerjisi konusunda güzel ülkemiz Türkiye, çok kaliteli ve yoğun potansiyele sahip ama halen tam anlamıyla bir başarı da yakalayabilmiş değil.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’in, Güneş Enerjisi Yatırımcıları Derneği (GÜYAD) Başkanı Cem Özkök, Güneş Enerjisi Sanayicileri ve Endüstrisi Derneği (GENSED) Başkanı Halil Demirdağ ve Türkiye Rüzgâr Enerjisi Birliği (TÜREB) Başkanı Hakan Yıldırım ile sektör adına önemli projelerin geliştirilmesi ümit veriyor.
Ülkemizin enerjisinin kıymetli emekçileri…
Bizler batının aydınlığındansa mum ışığında kalmayı bilmiş bir milletiz…
Bizi ışıklara doyurun!
Aydınlığımız kimseyi karanlıkta bırakmasın.