Organizasyonlarının bile dış ülkelerin hassas ve gizli çalışmaları nedeniyle yolsuzluk olaylarında anılmasını üzülerek seyrediyoruz. Artık yardım verilecek kurumlara şaibe ile bakarak, yardımların yerine ulaşmayacağı endişelerimizle yardım etmekten çekinir olarak yolsuzlukla mücadelemizi sekteye uğrattığımız ise bir gerçektir.
Yoksulluğun arttığı ve yolsuzlukların olmasa bile anıldığı bir ülkede yardım dengelerinin alt üst olması insanımızın yaşamına derin bir yara açmaktadır. Yardım kurumlarının projelerinin uygulanabilirliliğinin ciddi biçimde tehdit ettiği acıyla gözlemleniyor.
AB uyum yasaları sayesinde, hem ülke bütünlüğümüzü tehdit eden vatan hainlerini destekleyenler ellerini kollarını sallayarak mecliste dolaşmakta ve yolsuzluk veya hırsızlık sevdalılarının ise haksız kazanç çalışmalarına engel olunamamaktadır. Türk siyasal yaşamı AB yasalarına göre değil, milli şuurumuza göre yeniden yapılandırılmalıdır ama her şeye hayır diyen bir muhalefet ile bu yapılandırmanın yapılması imkânsız gibi gözükmektedir.
1990'lı yıllarda yolsuzlukların diz boyu olduğu zamanlarda maliye veya trafik şubelerinde açık açığa devletin memurlarının rüşvet almasına hepimiz şahit olmuyor muyduk? Tabi ki oluyorduk. Güzel ülkemizde yaşanan olayları gölgede bırakacak ama önlem alınmazsa gerçek olacak bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Herkesin hırsız olduğu bir ülke varmış ama istisnasız herkesin. Gece olunca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanına alır ve komşusunun evini soymaya gidermiş. Gün doğarken geri döndüklerinde yüklerini alırlarmış. Ama her seferinde kendi evlerini de soyulmuş bulurlarmış. Ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalar ve bu dolaşım son kişi ilk kişiden çalana kadar sürermiş.
Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış. Gece olduğunda, çanta ve fenerle dışarı çıkmaktansa evinde kalıp, çalışmayı tercih edermiş. Hırsızlar geldiğinde evde ışık yandığını görüp soymak için içeri girmezlermiş. Ve bu durum bir süre devam edince, ahali bir konunun açıklığa kavuşmasını istemişler ve dürüst adama; ''Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını bir şey yapmaktan alıkoymaya hakkın yok'' demişler. Bunun üzerine dürüst adam, geceleri evinden çıkar, fakat hiçbir şey çalmaz, döndüğü zaman ise evini hep soyulmuş bulurmuş.
Adamın bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek tek bir şeyi kalmamış ve ülkeyi terk etmek zorunda kalmış. Daha iyi soygun yaparak zenginleşenler, kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zengin fakir ayrımı giderek çoğalmış.
Zenginler mallarını korumak için polis teşkilatı ve hapishaneler kurarak, kendi mallarının çalınmasını yasa dışı ilan etmişler. Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş. Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü yoksulların çoğu, ya açlıktan ölmüş, ya da ülkeyi terk etmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise soyacak kimse kalmadığı için servetlerini yitirmeye başlamışlar.
Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Ancak dürüst adamın evine gittiklerinde sadece yerde yazılı bir kâğıt varmış.
Kâğıt da aynen şunlar yazıyormuş:
''Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa her şey için çok geç olmuş demektir''
Evet, bizim ülkemizde dürüst insanlar bu hikâyenin geçtiği ülkedeki dürüst insan gibi tek değil, çoktur ama dürüstlerin dürüst olmayanlardan az olması ise acı bir gerçektir.
fyildirim@ogunhaber.comOGÜN/05-11.Ekim.2008/Sayı:93/Sayfa:03