Dünyaya hâkim olan Osmanlı İmparatorluğunun hükmünün sona ermesiyle Ortadoğu da küçük devletçiklerin kurulmasına zemin hazırladılar. Ardından bu kurulan devletlerin sözlerini dinlemez hale gelmesi sebebiyle oyun kurucular bu ülkeleri parçalayarak mikro devletçikler kurmak için ikinci planlarını devreye soktular. Böylelikle birçok devlet parçalandı ve terör odaklarının yuvası haline geldi. Her zaman Ortadoğu’da söz sahibi olmak isteyen siyasi aktörlerin elinde bulunan Avrupa Birliği Devletleri de kendilerine göre güvenlik endişeleri adı altında değişik savaş stratejilerini uygulamaya başladılar. Bu düşüncelerle AB kendisini hem Avrupa’da hem Asya’da güvenlik aktörü olarak tayin etti. Ortak Güvenlik ve Savunma Politikaları kapsamasında Avrupa Birliği askeri operasyonu olan IRINI Operasyonu için 31 Mart 2020’de düğmeye bastı. Birleşmiş Milletlerin Libya’ya silah ambargosu uygulaması amacıyla başlatılan IRINI Operasyonu, bölgedeki İslamcılara, teröriste, korsanlara ve silah kaçakçılığına karşı mücadele ediyor mu? Esas amacı nedir? gibi sorulara cevap aramak niyetindeyim. Bu tez, AB’nin IRINI Operasyonu ile sivil ve askeri operasyonlarını nasıl yapılandırdığını ve kendisini nasıl güvenlik aktörü olarak belirlediğini ortaya koymaktadır.
Avrupa Birliği (AB), Birleşmiş Milletlerin (BM) silah ambargosunun denetlenmesi için 31 Mart tarihinde ‘İrini Operasyonu’nu başlatma kararı almıştı. Alınan kararın ardından daha bir ay bile geçmeden hemen operasyonun aktif duruma geldiğini ve operasyonda hava, uydu ve deniz unsurlarından yararlanılacağı açıklanmıştı.
“BM kararları dayanak yapılarak Avrupa Konseyi 31 Mart 2020 tarihinde Avrupa Birliği’nin Akdeniz’de askeri güç kullanımına dair [Council Decision, (CFSP) of ona European Union military operation in the Mediterranean (EUNAVFOR MED IRINI)] 2020/472 sayılı kararını vermiştir. Karara göre; Avrupa Birliği işbu vesileyle, Birleşmiş Milletler’in Libya’ya silah ambargosuna ilişkin kararları uyarınca, üzerinde anlaşmaya varılan operasyon alanı ve ilgi alanı dahilinde silah kaçakçılığının önlenmesine katkıda bulunmak için bir askeri kriz yönetimi operasyonu kurar ve başlatır.
Ayrıca, operasyon, Birleşmiş Milletler kararları uyarınca Libya’dan yasadışı petrol ihracatını önlemeye yönelik BM önlemlerinin uygulanmasına katkıda bulunacaktır. Ek olarak, operasyon, Libya Sahil Güvenlik ve Donanması’nın denizdeki kolluk görevlerinde kapasitelerinin geliştirilmesine ve eğitimine yardımcı olacaktır. Operasyon aynı zamanda BM Deniz Hukuku Konvansiyonu, ilgili herhangi bir UNSCR ve uluslararası insan hakları hukuku dahil olmak üzere geçerli uluslararası hukuk uyarınca insan kaçakçılığı ve insan ticareti ağlarının iş modelinin bozulmasına da katkıda bulunacaktır. Operasyonun adı EUNAVFOR MED IRINI olarak adlandırılacak ve operasyonun tüm görevlerini yerine getirebilmek için operasyon alanı, ilgi alanı ve bu alanlarda bilgi toplamaya yönelik detaylı düzenlemeler, Konsey tarafından onaylanan ilgili planlama belgelerinde tanımlanacaktır.” (Kara, H., (2021). Deniz Ticareti , cilt.34, sa.1, 53-54.)
İtalya’nın başkenti Roma’dan yürütülen operasyon öncelikle Libya ile alakalı denetim mekanizmasını kontrol ediyor olsa da AB çıkarlarına ters olan her türlü unsur ve hatta devletler bile İrini Operasyonu’nun hedefi konumundadır.
İrini ile Libya’da yasa dışı silah satışı engellenecek, ülkenin açıklarında bulunan tüm gemiler kontrol altına alınarak denetlenecek, yasa dışı petrol ticareti konularında veri toplanacak idi. Fakat durumun böyle olmadığı iddiaları özellikle Akdeniz’de operasyonun güvenirliliğine gölge düşürmektedir.
Yunanca “barış” anlamına gelmektedir. Fakat operasyon başladığı gibi Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti tarafından İrini operasyonunun barışa hizmet etmediği şeklinde beyanlar verildi.
Bu operasyon için hazırlıklar başladığından bu yana tüm gelişmeleri yakından takip ediyorum ve Yunanca barış anlamına gelen “İrini”nin kural tanımaz hamleleri anlamıyla ters düştüğü şeklinde yorumlanmaktadır.
Hatta söz konusu operasyonun, Libya’nın ve Libya halkının huzuru noktasında büyük tehdit olarak görülen gayri meşru silahlı güçlerin lideri Hafter’e silah ve mühimmat taşınan sınır bölgelerini ve hava sahasının kontrolünü ihmal etmesi de yakın zamanda Akdeniz’de gerginliğe ve restleşmelere neden olmuştu.
Türkiye ile Libya mutabakatının ardından acilen ‘İrini Operasyonu’nun devreye sokulması da operasyonun amacının ne olduğu konusunda fikirler vermekteydi.
Libya ile varılan son mutabakattan sonra Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlarını gösteren haritayı Dışişleri Bakanlığımız 2019 yılının son ayında dünya kamuoyu ile paylaşmıştı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Al Sarraj ile 27 Kasım 2020’de İstanbul’da bir araya gelmişti.
Yapılan görüşmede, Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında, “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” ile iki ülkenin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının muhafazasını hedefleyen “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imza altına alınmıştı.
Doğu Akdeniz’de en uzun ana kara kıyısına sahip ülke olan Türkiye’nin kıyı projeksiyonunun adalarla kesilmeyeceğinin, iki ana kara arasındaki ortay hattın ters tarafında kalan adaların kara suları dışında deniz yetki alanı yaratamayacağının ve deniz yetki alanları hesaplaması yapılırken, kıyıların uzunluklarının ve yönlerinin hesaba katıldığının farkında olarak bir uzlaşı anlaşma ile hakkaniyet sağlanmıştır. (Önce Vatan Gazetesi – Ferhat Yıldırım)
Maksimalist ve uzlaşmaz Yunan-Rum tezleri savunucuları bu durumdan rahatsız oldular.
Bu hakkaniyeti en güzel şekilde Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Çağatay Erciyes’in ifadeleri ile anlatmak isterim.
“Türkiye’nin ana karasının karşısında küçük bir ada olan Meis’e kendi yüz ölçümünün 4 bin katı kadar deniz yetki alanı kazandırmaya çalışan maksimalist ve uzlaşmaz Yunan-Rum tezleri yatmaktadır. Bu anlayış, zamanında Mısır’a 40 bin kilometrekare alan kaybettirmiştir. Libya’yla imzalanan son anlaşmayla iki ülkenin oldubittilere izin vermeyeceği en açık şekilde ortaya konmuştur” (Çağatay Erciyes- Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü)
İşte durum böyle iken hakkaniyet çalışmaları titizlikle yürütülürken, anlaşmalar imzalanırken, hemen barış manasını taşıyan İrini ile AB sahneye çıktı. Bu bir tesadüf değildi! Bu çok uluslu güçlerin ve özellikle AB’nin derin planıydı.
Bunların tesadüf olmadığını biz çok iyi biliyoruz ve bazı AB ülkeleri de farkına varmış olacaklar ki! “İrini Operasyonu”nu önemseyen ülkelerin sayısında azalma olduğunu görmekteyiz.
Bazı ülkeler operasyonun finansmanına, bazıları işleyişine, bazıları da tarafsız olmayışına itiraz ediyor.
Avrupa Birliği’ne (AB)’ne bağlı bazı ülkeler, Libya konusunda Hafter, Mısır, Rusya, Wagner ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) aynı taraftaymış gibi bir algı oluşmasından rahatsız olduklarını seslendiriyorlar.
Kıbrıs Rum Kesimi ile BAE’nin İrini Operasyonu ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelerle ilgili yaptıkları değerlendirmeler bazı AB ülkelerinin “İrini Operasyonu” ile ilgili endişelerinde haklı oldukları gözler önüne sermektedir.
AB yetkilileri, İrini Operasyonu’nun tamamen tarafsız ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararında yer alan silah ambargosunun Libya’nın bütününde uygulandığını denizden, havadan ve uzaydan denetleme amacı taşıdığını vurgulamaları bile endişeleri gidermeye yetmiyor.