Adam bu duruma anlam veremez, çünkü üzeri açık kovadan yengeçlerin kaçabileceğini düşünür.
Balıkçıya sorduğunda; “Evet, tek bir yengeç olsaydı, kesinlikle kaçardı. Ancak, pek çok yengeç varsa, biri kaçmaya çalıştığında diğerleri onu yakalar, kaçamayacağından emin olur, geri kalanlar da aynı kaderi yaşar.” yanıtını alır.
Tek yengeç kapaksız kovadan rahatlıkla çıkabilirken sayı arttıkça kaçış imkansızlaşır.
Çünkü birbirlerini yukarı itmek yerine, aşağı çekerek engellerler.
Sonunda kimse kazanamaz.
Buna, “Yengeç Sepeti Sendromu” denir.
***
Yani;
Ben kötüysem sen de kötü ol,
Başaramıyorsam sen de başarama…
Yukarı çıkmam için senin eteğinden çekmeli, sırtına basmalıyım…
Ya herro, ya merro…
Ben ulaşamıyor isem, sen de ulaşma ve hatta hayal bile etme…
Hep beraber düştüğümüz bu gayya kuyusundan çıkamayalım, ben çıkamıyorsam sen de çıkma, felsefesidir.
Çok tanıdık geldi galiba…
***
Kaynayan Kurbağa Sendromu
Kurbağayı kaynar suya direkt atarsak, anında zıplayarak kaçar kurtulur.
Buna ani şok etkisi denir.
Ama kurbağayı önce soğuk su dolu bir tencereye koyup, suyu yavaş yavaş ısıtarak kaynatırsanız, kurbağa kendi vücut ısısını da arttırır ve suyun sıcaklığını fark etmez hale gelir.
Bu ise kurbağanın sonudur ve çünkü patlayarak ölür.
***
Bir olay olur, önemsemeyiz,
Önemsiz dediğimiz durumlar artar; umursamayız,
Umursamadığımız olaylar çeşitlenir; artık aşinayız.
Nefret körüklenir, aldırmayız.
Suni gündemlerle algılarımız yönetilir; farketmeyiz.
Anormallikler dayatılır; normalseriz.
Farkındalığımız kaybolmaya başlar; görmezleşiriz.
Ve öyle bir an gelir ki; ne, kim ve nasıl olduğumuzu unuturuz.
Fark ettirmeden yaşatılanlar, kademeli olarak artırılarak öyle bir noktaya gelmiş oluruz ki; sinirlerimiz kaybolur.
Tepkiselliğimiz biter.
Biz olmaktan çıkarız.
Ama umurumuzda bile değildir.
Çünkü çaktırmadan sinsice ve alıştırarak kaynatılan kurbağa misali ölüm uykusunun cazibesine kapılmışız.
Haaa…
Sendromdaki kurbağa biyolojik olarak ölüyor ve başka bir deyişle kurtuluyor.
Ama biz yaşayan ölü gibileşiyoruz.
Mehmet Akif’in;
“His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.” beytindeki gibi ‘leş’ kesiliyoruz…