Türkiye'ye para girişi başlamış!

Doğru mu?
Evet doğru…
Ortalama haftalık 2-3 milyar dolar para giriyor.
Peki de, neden ve neye geldiğini, nasıl girdiğini,
Her girişin bir çıkışı olacağını,
Ve çıkarken nasıl çıkacağını düşünen var mı…
Umarım vardır,
Ama Alemdaroğlu Polat  misali, “sonunu düşünen kahraman olamaz” yönetimselliğinde, pek de umursayan olduğunu ve olacağını düşünmüyorum!
Süreç, Oğuz Atay’ın “Hep geçer diyorlar ya Olric/Sence de geçer mi?” sorusu ve Olric’in cevabını aklıma getirdi.
Uyarlarsak:
—Gelen paralar hep geri çıkar diyorlar Olric,
Sence de çıkar mı?
—Çıkar elbet efendim;
Birazı yakar çıkar,
Birazı deler çıkar,
Birazı deşer çıkar,
Birazı parçalar çıkar,
Ama mutlaka çıkar...

**********

Ekonomi Neden Düzelmez? Hükümet Neden Kötü Yönetiyor?
Çok şey söylemeye hacet yok.
Üç şeye bakmak yeterli…
Birincisi:
Özerk denilen,
Özerk olması gereken,
Kanunda özerk olduğu belirtilen,
Bir Merkez Bankası’na beş yılda beşinci başkan atanmışsa,
Ya işi bilmiyorsun, ya adamdan anlamıyorsun ya da bile-isteye yapıyorsundur!
Bu ise her şekilde kötü yönetim demektir ve ekonomi iyi olmaz.
İkincisi:
Ekonomiyi düzeltsin diye atanan bir bakan,
Atayanca ve paydaş olması gerekenlerce eleştiriliyor ise,
Bununla da kalınmayıp; israfın azaltılması-tasarrufun artırılması için önerilen ve müştereken karara bağlanan önlemler diğer hükümet üyelerince by-pas ediliyor ve hatta halka yansıyan “acı reçete” Maliye Bakanı’nın üzerine atılıyor ise,
Ve, “ekonomi düzelirse bizden/daha kötü olursa Mehmet Şimşek’ten dolayıdır” mantığı ve günah keçisi arama durumu söz konusu ise;
Bu kötü yönetim demektir ve ekonomi iyi olamaz!
Üçüncüsü:
Demokratik Cumhuriyetle yönetilen bir ülkede,
En üst yasal çerçeve olan Anayasa’nın,
Sanki “iyi-doğru-gerekli” hiçbir maddesi yokmuş gibi,
Kötüleme, ret ve uymama” adet haline gelmiş,
Ve hatta, kurumsal devlet olma geleneğinde olmazsa olmaz bir yere sahip olan Anayasa,
İktidar tarafından “kriz örtücü/kamuflaj/gündem değiştirici” mahiyette, “değişmesi lazım” denilerek temcit pilavı haline getirilmişse,
Varlığı Anayasa’nın uygulanmasına nezaret etmek olan Anayasa Mahkemesi (AYM) ve aldığı kararlar önemsizleştirilmiş ise,
Bir de, kaynağını Anayasa’dan alan ve AYM’nin denetimine tabi olan Cumhurbaşkanı yetkilerinin sınırları, Cumhurbaşkanı ve bir Başdanışman tarafından belirleniyor ise;
Bu, kötü ve iyi niyetli olmayan bir yönetimdir ve ekonomi iyi olamaz!

***********

Sarı Saçlarından Sen Suçlusun

Akşener’in sarı saçlarını görünce,
Ve henüz daha alışmamışken,
Bir bayram arifesinde ve daha seyran bile olmamışken,
Erdoğan-Akşener görüşmesini duyunca,
Kayahan’ın şarkısı geldi aklıma…
“Bu kaçıncı çalınışı kapımın,
Bu kaçıncı…
Sen değilsin; başkası,
Peşimde mazinin ayak sesleri…
Nelerden vazgeçiyoruz bir düşünsene,
Kırık kalpler üstüne kuruyoruz bir şey;
Bu kalleşlik…
Belki bana yakışmıyor ama
Sarı saçlarından sen suçlusun!..”

Görüşmenin siyasal polemiği hızlı başladı,
Neden görüşecekler, görüşüyorlar, görüştüler diyorlar,
Bırakın; kim kimle, neden ve niçin görüşüyorsa görüşsün,
Gizli görüşseler daha mı iyiydi!
Ne güzel, ortalık şenlendi işte; komplo teorileri havada uçuşuyor…
—Ama daha dün, birbirlerine neler neler konuşuyorlardı!
Dün dünle gitti cancazım,
Hayatın dünle işi olmaz,
Hele de siyasette 24 saat uzun zamandır.
Bugüne ve yarına bakmak lazım…
Örnek vereyim:
Yıl 1992,
Demirel Başbakan…
Gazeteci soruyor:
Çimento fabrikalarının özelleştirilmesine karşı açtığınız davayı geri çekmişsiniz.
Neden?

Demirel:
Davayı açtığımızda muhalefet partisiydik ve öyle gerekiyordu,
Ve şimdi iktidarız; böyle gerekiyor!..
Diğer bir anekdot:
Demirel muhalefet,
İktidardaki Ecevit’e müthiş bilenmiş ama öyle böyle değil!
Başbakan bile demiyor “Hükümetin Başı” diyor ve elini bile sıkmayacağını söylüyor!
1979’da Senato seçimleri ve Ara Seçim var.
Ecevit kaybediyor ve istifa ediyor.
Yeni hükümeti Demirel kuruyor ve kendisi Başbakan.
Devir-teslim töreninde Ecevit’le el ele poz veriyor.
Gazeteci soruyor:
Ecevit’in elini sıkmam demiştiniz?
Demirel:
Elini sıkmayıp da, ya neresini sıkacaktım…
Buraya kadar işin magazinel boyutunu konuştuk.
Şimdi “Aslında ne oldu? Ne oluyor? sorusuna gelelim;
Bazılarınca, “Akşener’in oğlunun büyükelçi olması konuşuldu” filan gibi dile getirilen söylemlere katılmıyorum.
Bence, bu görüşmenin her iki taraf açısından, daha öte ve derin bir boyutu var.
Gizlice de yapılabilecek bir görüşmeydi ama adeta önce lansmanı yapıldı,
Davul-zurnayla duyuruldu.
Fotoğraf verilmeyebilirdi ama özellikli bir kare, özellikle verildi.
Acaba diyorum,
—Son olaylarda Bahçeli’nin sergilediği tavır bardağı taşırdı mı?
—Bu görüşme, Erdoğan’ın “yumuşama politikasının” bir şıkkı veya gereği olarak mı yapıldı?
—Erdoğan’ın artık Bahçeli’ye tahammülü kalmadı mı?
—Bahçeli, bir nevi emekli edilecek de; onun yeri ve konumu Akşener’le mi ikame edilecek?
Hatırlayın;
—Akşener masadan kalkıp oturmasaydı Erdoğan seçilebilir miydi?
—“Devletime son görevimi yaptım” diyen Akşener’e yeni bir görev mi verildi?
Ya da,
—Yerel Seçim kaybı sonrası partisinde ve Cumhur İttifakında yapılması gereken değişimi yapamayan Erdoğan “İkna edemiyorsan kafa karıştır” babında suyu bulandırma politikası mı izliyor?
Son iki soru:
—Her ne yapıyorlarsa veya her ne için görüşüyorlarsa; Erdoğan ve Akşener’in fragmanını sunduğu bu strateji veya taktik devlet adına veya devletin isteğiyle mi yapılıyor?
—Siyaseti belirleyen ve vakti zamanında Erdoğan’ın iktidara gelmesine katkı sağlayan hatta belirleyici olan güçler bu konuda ne düşünüyor?
Son sözüm;
 Yorum yapmadan önce, bence bu soruları bir düşünün…

**********


Kayyım Mevsimi Girdi
Kayısı değil yahu!
Çok mu canınız çekti…
Tamam, haklısınız; pahalı ve alamıyorsunuz ama üzgünüm, konumuz kayısı değil.
Önce, Kayyum mu Kayyım mı?
Bunu açıklığa kavuşturalım.
El Cevap: Kayyım
Kıyam (ayağa kalkış/kalkışma) kelimesinden türemiştir.
Galiba ses uyumu açısından ve ağzımızı fazla zorlamadığı için “Kayyum” demek daha kolayımıza geliyor…
Zaten fark da yapmaz; sonuçta maksat hasıl oluyor…
Neyse, sadede geleyim;
Yine bir yerel seçim sonrası kayyım mevsimi açıldı.
Erdoğan’ın tabiriyle, Hakkari bu uygulamanın daha ilk adımı...
Amenna; en doğrusunu devletimiz ve devletlülerimiz bilir.
(Erdoğan-Akşener görüşmesinin, dolaylı da olsa bu konuyla da alakası var mı ki acep…)
Ama şu kısmı bir türlü anlayamıyorum:
Bu şahsın 10 senedir devam eden bir mahkemesi varmış,
Ve görevden alındıktan dört gün sonra mahkeme mahkumiyet kararı vermiş…
Eyvallah…
Ama arkadaş,
Bir davanın ilk derece mahkemesinde 10 yılda karara bağlanmaması hukuk sistemi için ne anlama gelir?
Mahkeme çok mu meşgulmüş?
Yoksa görevden almaya yetkili mercii ile mahkeme arasında zamanlama mı karışmış, zaman mı şaşmış?
Soruyorum;
Madem bu adam suçlu idi YSK neden “aday olabilir” dedi?
Madem aday yapıldı neden şimdi görevden alındı?
Devam eden bir davadan dolayı adam görevden alınıyor,
Mahkumiyet kararı dört gün sonra geliyor.
Madem görevden alacaktın mahkumiyet kararını neden beklemedin,
Madem kararı beklemedin neden karardan önce görevden aldın?
Aklıma “Vizontele” repliği geldi:
—Baba!
Akü yok!..
—Şarzı mı bitmiş la?
Tabii farları açık bırakırsan eyle olur eyle…
—Baba!
Kaputu açmışlar, bir de aküyü çalmışlar!
Kaputu açıyorsun aküyü neden çalıyorsun,
Hadi aküyü çaldın niye kaputu kapamıyorsun!..
Bu arada, ilginç bir şey daha var.
Görevden alınan Hakkari Belediye Başkanı’nın davası bir “Terör Davası” imiş.
10 yıl önce, bu şahsa “Terörden” dava açan savcı ise hakkında açılan “Terör Davası” nedeniyle şuanda arananlar listesindeymiş…
Gelin bir “Acaba?” daha diyelim:
Sanki devran değişmiş gibi,
Sanki bu defa, zaman ruhu ve siyasal zemin “kayyım ataması” işine daha mesafeli gibi…
Ekonomik sıkıntılar nedeniyle, halkta iktidara karşı oluşan stres ve kızgınlık sıkışması da cabası…
Hal böyleyken,
Ve hiç olmadığı kadar net ve geniş yelpazede toplumsal/siyasal muhalefet oluşmuşken,
İlginç ve bir o kadar da garip bir şekilde, Hakkari ile bir “kayyım ataması” başlatıldı ve öyle görünüyor ki devam da edecek!
Ben de acaba diyorum,
Birileri, toplumsal tepki ve agresyonu daha da tetikleyerek iktidarı iyice yıpratıp bir erken seçim kapısını aralamayı,
İktidar ise, kayyım atamasının ülkesel boyutta oluşturduğu tepkiyi ilk Van’da gördüğünde “tam dişime göre bir atmosfer oluşuyor/Kurt bulanık havayı sever” diyerek; 2015’deki gibi “güvenlik ve beka” vurgusunu öne çıkartıp, iktidarını konsolide etmeyi mi planlıyor?
Ne bileyim; 
Kayyım-Kıyam” akrabalığını görünce; “yok yok; öyle değildir!” desem de, sanki iktidar veya başka birilerinin gizli/aşikar algı operasyonuyla “Kıyama kalkmayı” teşvik ediyor olabileceği aklıma geldi işte…
Biraz şeytanın avukatlığı gibi oldu ama olmaz olmaz dememek lazım; burası Türkiye’dir, Türkiye’de olmaz olmaz!
Ah benim necip ülkem!
 Neredeeenn Nereye…

***********

İmamoğlu Nereye Yürüyor?

Yıl 2019,
Beklenmeyen oldu ve İstanbul Belediye Başkanlığını aldı.
Temiz bir maç olmasına rağmen,
“Hile var/maç iptal olsun” dendi.
YSK iptal etti ve maç yenilendi.
Yine ve ezici bir üstünlükle kazandı.
Yıl 2024,
Yeni bir yerel seçim sezonu,
Ve, İmamoğlu yine İstanbul Şehremini.
Bu defa CHP’de olmayan 11 ilçe başkanlığı ve İBB Meclis Başkanlığını da aldı.
Artık İstanbul tam ve tekmil İmamoğlu’nda…
Sırada ne var derken;
Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) Başkanlığı kapıda,
Seçim yapıldı ve onu da aldı.
Hem de birleşe birleşe genişleyerek; diğer muhalefeti de dahil ederek…
Tüm bu aldıklarını kimden aldı?
Ak Parti’den.
Acep, şimdi sırada ne var?

Acaba diyorum,
İmamoğlu, Ahmet Kaya’nın “Zindanlardan Taşa Taşa” şarkısından hareketle,
Şöyle bir uyarlama yapmış olabilir mi:
İstanbul’dan taşa taşa kar beni
Sancaktepe, Beyoğlu’ndan sor beni
Üsküdar’a şanla bastım mührümü,
Her seçimde her sandıkta gör beni…
Söyle türkünü sen,
Erinme nazlı bacım…
Ağlamadan
Karalar bağlamadan
Kına gecelerinin sevincinde
Halayda, Horonda,
Zeybekte…
Bursa’da, Bilecik’de,
Kilis’de…
Söyle türkünü sen
Korkma nazlı bacım…
Çekinmeden,
Sözünü sakınmadan,
Bayram günleri ferahlığında…
Sevinin,
Aydınlık günler yakın…
Ürkmeden,
Doğmakta olan güneşe bakın…
Bilirsiniz ki
“Erbab-ı kemali çekemez nakıs olanlar,
Rencide olur dide-i huffaş ziyâdan.”
Ne demiş Nazım Hikmet Ran:
Hani şimdi bizim soframıza
Haftada bir et gelir,
(Şimdiyse bayramdan bayrama gelir!)
Ve çocuklarımız işten eve
Sapsarı iskelet gelir.
Hani şimdi biz;
İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar,
Analar, babalar,
Oğullar ve bacılar,
Güneşli günler göreceğiz…”

OGÜNhaber