"Perşembenin gelişi pazartesiden belli olurmuş." sözünden hareketle, gelin Türk siyasetinin dününden bugününe; güncelinden yakın geleceğine bir projeksiyon yapalım.
2002'de Türkiye'de bir devir kapanmış, yeni bir devir açılmıştı.
Ne olmuştu?
2001 yılında Ak Parti diye yeni bir parti kurulmuş,
2002'de yapılan seçimleri kazanmış,
Partinin başkanı Erdoğan, bazı engellemeler olsa da seçimlerden dört ay sonra Başbakan olmuştu.
Peki, bunun temeli ne zaman atılmıştı?
27 Mart 1994'te yapılan yerel seçimlerde…
Ne olmuştu o zaman?
Her şeye rağmen, her türlü ötekileştirmeye rağmen İstanbul Belediye Başkanlığını Erdoğan kazanmıştı.
Yani 2002'nin gelişi 1994'te belli olmuştu.
Yine böylesi bir süreçte,
Böylesi bir eşikte,
Ve böylesi bir kavşaktayız.
Hikaye benzer,
Süreç benzer,
Şehir aynı,
Ama bu defa aktör farklı.
Aktör İmamoğlu…
Yani?
Yani demem o ki;
2028'in gelişi yine bir mart ayında/31 Mart'ta yapılacak yerel seçimlerde belli olacak.
Hatta 31 Mart 2019 seçimlerinde bile belli olmuştu diyebiliriz.
Nasıl 2002'de bir devir kapanıp yeni bir devir açıldıysa,
Ve bunun sinyali de "Mart 1994" yerel seçimlerinde verildiyse
Şimdi de bir devrin kapanıp yeni bir devrin başlangıcındayız!
İmamoğlu 31 Mart'ta kazansa da kaybetse de siyaseten kazanan olacaktır.
-ki 31 Mart'ta yeniden seçilecektir-
Hatta muhalif CHP'lilere rağmen kazanacak.
Kazanırsa yüzde 43-46 bandında seçilecek,
Kaybederse yüzde 40-43 oranında kaybedecek.
CHP'nin oy oranını ortalama yüzde 25 dersek;
Her iki şekilde de partisinden 15-20 puan daha fazla oy almış olacak-
Bu durumda İmamoğlu 1 Nisan'dan itibaren her şekilde Türk siyasetinin başat iki figüründen birisi olacak demektir.
Bu neyi getirebilir?
Sonrasında ise tıpkı 15 Temmuz 2002'de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin teklifiyle "Erken Seçim" kararı alındığı gibi 2028 beklenmeden ve belki de ironik bir şekilde yine Devlet Bahçeli'nin teklifiyle bir erken seçim kararı alınacak,
Ve belki de Türkiye, 2024 bitmeden veya 2025 başında bir erken seçime gidecektir.
İşte bu olası seçim, Türkiye'de yeni bir sürecin başlangıcı olacaktır.
Bu esnada mevcut siyasi aktörlerin pek çoğu tasfiye olacak ve yeni pek çok siyasal aktör sahneye çıkacaktır.
Ama sürecin tepesinde, öyle görünüyor ki "İmamoğlu" olacaktır.
İmamoğlu, bu yolu nasıl yürüyecek ve süreci nasıl yönetecek?
Partisi CHP ile de yürüyebilir,
Ama farklı eğilimleri barındıracak bu gidişata CHP çatısının yetersiz kalacağı varsayımı altında CHP markasıyla yürüteceğini düşünmüyorum.
Pek muhtemeldir ki İstanbul seçimini kazandıktan sonra "İmamoğlu'nun Yolu/İmamoğlu Hareketi veya Tam Yol İleri" diye isimlendirilebilecek Macronvari bir hareketle, temelini İstanbul Belediyesini kazanırken attığı/atacağı "herkese hitap eden/her kesimden oy isteyen" çoğunlukçu bir yaklaşımı esas alan siyasal bir hareket tercih edilecektir.
Sonrasında ne olur onu bilemem.
Vaad ettiği gibi kurumsal devlet yapısını yeniden inşa eden bir İmamoğlu mu yoksa Ecevitist bir ortanın solcusu mu veya Erdoğanvari biri mi olur yahut da Atatürkist bir yaklaşımı mı benimser; bunu yaşayıp göreceğiz.
Ama bir gerçek var ki kendi beyanından da anlaşılacağı gibi bu seçim sadece Erdoğan'ın son seçimi olmayacak; siyasal yapı ve aktörlerin radikal bir şekilde değişeceği, yeni bir siyasal zeminin oluşacağı ve zamanın ruhuna uygun yenileşmenin ortaya çıkacağı yeni ve farklı bir siyasal-kamusal-sosyolojik sürecin başlangıcı olacaktır.
Ama Erdoğan buna engel olmaz mı-olamaz mı?
Veya bile bile lades der mi hiç?
Aslında Erdoğan'ın da, her şeyin farkında olduğunu düşünüyorum.
Nasıl geçmişin siyasal aktörleri, 2001 yılında kaybedeceklerini bile bile ve Erdoğan'ın geleceğini göre göre o kaçınılmaz sürece girmek zorunda kaldılarsa şimdi de zorundalık içeren benzeri bir süreç tezahür edecektir.
Maalesef, sevmediğim bir sözü burada dillendirmek zorundayım.
Sadece Türkiye'de değil, küresel ölçekte önem atfeden pek çok coğrafyada, seçimler seçmenlere bırakılmayacak kadar önemlidir ve birileri tarafından "proje operasyonlarla" yönetilir ve yönlendirilir.
Türkiye gerçeğinden hareketle 31 Mart yerel seçimlerinin de, bu yaklaşımın ete kemiğe bürüneceği bir nirengi noktası olacağını düşünüyorum.
Ki Türkiye'nin yaşadığı ekonomik kriz, bu değişimin-değişikliğin en büyük gerekçesi ve en elverişli zemini olacaktır.
Siyasette tesadüflere yer yoktur.
Düşünsenize;
İmamoğlu diye biri, -o dönem CHP'li bir belediye başkanı olsa da köken ve siyasal yaklaşım itibariyle merkez sağ karakterde birisi- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı oluyor ve hegemonik güç haline gelen Erdoğan iktidarına rağmen kazanıyor,
Ve iktidarın 25 yıllık İstanbul Belediyesi hakimiyetini sonlandırıyor.
Üstelik 2019'da İBB adayı gösterildiğinde, bu adamın İstanbul boyutunda tanınırlığı yüzde 13!
Buna rağmen 2019'da "adam kazandı"…
Üstelik öyle bir kampanya ve seçim organizasyonu yapıyor ki partisi CHP'den daha kallavi ve profesyonel!
Düşünebiliyor musunuz; iktidar partisi "Seçimlerde hile/hata oldu." diye itiraz edip adeta adamın galibiyeti daha bir perçinlensin diye seçimi yeniletiyor.
Sonuç: sekiz bin fark, sekiz yüz bine çıkıyor!
Geliyoruz 2023'e…
İmamoğlu'nun yolunu açan gelişmeler devam ediyor.
14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı Seçiminde en kazanamayacak aday olan Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ın karşısına cumhurbaşkanı adayı yapılıyor.
Ve kaybediyor.
Bu sonuç neyi getiriyor?
Kurultayda Kılıçdaroğlu'nun gidişini ve Özgür Özel'in gelişini…
Bu ne demektir?
İmamoğlu'nun liderliğinin pekişmesi…
Nasıl?
Özgür Özel'in hal-ahval ve söylemlerine bakın; kendisi Genel Başkan olmasına rağmen İmamoğlu'nun liderliğini kabullenmiş gibi,
Ve halinden çok memnun.
Adeta "Her şey İmamoğlu için!" dercesine…
Şimdiyse,
Yani 31 Mart seçimlerinde, iktidar partisi İmamoğlu'nun karşısına teknokrat/bürokrat özellikli, siyaset bilmeyen, gaflarıyla meşhurlaşan Murat Kurum diye bir aday çıkartıyor ki adeta İmamoğlu'nun siyasal fiyakası daha bir yaldızlansın!..
Ak Parti ve İmamoğlu'nun devam etmekte olan kampanyasına bir bakın.
Murat Kurum için medyatik/ekonomik/kamusal her türlü destek ve imkan seferber edilmişken, kampanya süreci her geçen gün İmamoğlu lehine gelişiyor.
İktidarın adayı Kurum değil de sanki İmamoğlu gibi…
Bir ara tespit yapacak olursak;
Ak Parti iktidarı ilk on yılındaki Ak Parti iktidarlarından daha başarısız.
Buna rağmen kazanan yine Erdoğan ve partisi.
(Tek istisnası İstanbul ve Ankara'nın İmamoğlu ve Yavaş tarafından kazanılması.)
Neden?
Çünkü muhalefet dağınık,
Muhalefet lider eksiği var,
Ve sorunların çözümü konusunda ümit vermiyor.
Böyle olunca da bugüne kadar Erdoğan'ın alternatifi yine hep Erdoğan oldu.
Ama şimdi durum farklı,
Daha doğrusu "Uzun ağaç ucuna kadar yanmaz." sözü çerçevesinde durum farklılaşmaya başladı.
Artık İmamoğlu diye birisi var ve muhalif seçmen zihninde Erdoğan'a alternatif olabilecek kapasite-güç ve liderlik özelliklerine sahip.
Türkiye sosyolojisinin değişen demografisini ve değişkenleşen tercihselliğini de nazarı dikkate alır ve yeni trend bir liman aradığını düşünürsek artık bu yeni siyasal barınağın İmamoğlu'nun Yolu olacağını söylemek, basiretsizlik olmayacaktır.
Peki, Erdoğan gibi bir siyaset kurdu böyle bir hatayı nasıl yapabilir?
Uzun iktidar süreleri ve sürekli kazanma refleksi günün sonunda bir şekilde rehavet getirir.
Rehavet, iktidar sahiplerini mutlaka bir hataya-eylemsel ve söylemsel tutarsızlığa; daha da önemlisi yanlış yapmaya-yaptırılmaya duçar eder.
Sosyal psikolojide oluşan böylesi bir durum alternatif oluştuğu anda ümitsizlik nedeniyle sessizleşen ve kronike olan kitlesel bıkkınlığı su yüzüne çıkartır ve seçmenin tercih değiştirmesine sebebiyet verir.
Hakim-muktedir lider ve siyasa aleyhte tezahür eden bu gidişatı görür tabi ki,
Ama engel de olamaz.
İbn-i Haldun'un "Devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür." sözündeki gibi;
İktidarlar da tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür…
Bu neyi getirir?
Devletin hayatiyeti devam eder,
Ama yeni bir iktidar doğar!