Sadece Fenerbahçe mi,
Galatasaray da, Trabzonspor da, Beşiktaş da,
Hatta diğer kulüpler de…
Herkes mutsuz, hepsi şikayetçi ve tümden agresif…
Sorun ne peki.?
Adaletsizlik,
Uygulamadaki eşitsizlik,
Ve hak gaspı…
Fenerbahçe tepkisinde "haklı mı haksız mı"dan ziyade;
Bu hale nasıl geldik,
Nasıl bu kadar inancımız kayboldu,
Neden doğrudan bile şüphe eder duruma düştük,
Sorularının derinlerine bakmak ve görmek zorundayız.
Mağdur, şikayetçi ve mutsuz değişiyor ama neden hep aynı.
Tarafgirlik, sen-ben çekişmesi ve herşeye bulaşıp, herkesin inancını yitirten siyaset.
Taraf, taraftar, aidiyet ve benimseme futbolun doğasında var.
Amenna…
İtirazımız yok.
Çünkü "taraf ve taraftarlık" futbolun varlık sebebidir.
Ama gel gelelim; futbolda siyaset, futbolun önüne geçti.
Zavallı Trabzon…
Bu sezon harika futbol oynuyor.
Ama ağzıyla kuş tutsa bir kıymeti harbiyesi yok.
Çünkü başarısı siyasetle ilintilendiriliyor.
Fenerbahçe…
İyi de oynasa, kötü de oynasa siyaseten tokatlandığı söyleniyor.
Çünkü başarısızlığı siyasi iradeyle ilişkisizliğine bağlanıyor.
Futbol Federasyonu Başkanlığı…
İyi de yönetse, kötü de yönetse kulüpleri memnun edemiyor.
Çünkü siyasi iradenin eli olarak görülüyor.
"Şüyuu Vukuundan Beterdir" diye bir söz var.
TDK’ya göre anlamı: "Bir şeyin dedikodusunun yapılması, onun gerçekleşmesinden daha kötüdür" demektir.
Şuanda yaşanan aynen bu…
Gözümüz gibi koruyup politik mülahazalardan uzak tutmamız gereken kurumlarımız var.
Futbol Federasyonu Başkanlığı,
Rekabet Kurumu,
SPK,
EPDK,
BDDK,
TSK,
Kızılay,
Sayıştay,
Mahkemeler…; bunlardan birkaçı.
Bu kurumlar üzerinde siyaset ve siyasi etkiyi minimum düzeyde tutmak temel çabamız olmalıdır.
Buna dikkat etmesi gereken ise, en başta devleti yöneten siyasi irade ve sonra bu kurum mensupları ve halktır.
İnancın sarsılması ve insanın ürkmesi hiçbir şeye benzemez.
Çünkü güven denen olgu sadece insandan insana değil insanla her türlü canlı ve devlet gibi soyut aygıtlarla da ilgilidir.
Devlete güvenin sarsılması hiçbir şeye benzemez.
Kopuş getirir,
İnancı zedeler,
Ve doğrudan bile, kuşkuya düşürür,
Körü körüne inanç ve inançsızlığı doğurur.
Bu ise toplumsal, kamusal ve siyasal vahametin zirvesi ve ahlaki çöküşün genelleşmesidir.
Popülaritesi için futbolu örnek verdim.
Yoksa amacım futbolu konuşmak değil.
Kimsenin kimseye, kimsenin kamu kurumlarına, kimsenin partilere, kimsenin söylenen sözlere güveni ve inancı kalmadı.
Şeytan benimle ise iyi, melek seninle ise kötü…
Bu derece bir taraflılık içindeyiz.
Bu ise kamplaşmayı, kutuplaşmayı ve ötekileştirmeyi getiriyor.
Çok genel, milli ve bekasal konularda bile zihinsel ihtilaf ve kuşku beyinleri kemirir halde.
Ama bu kimin umurunda…
Herkes kendi siyasasını konsolide etme ve iktidarını devam peşinde.
A Parti’sinde de, B Parti’sinde de, C Parti’sinde de durum aynı.
Al birini vur ötekine…
Birbiriyle kavga, dalaş ve laf atışlar bile samimiyet ve gerçeklikten uzak; güncelin şehvetiyle kişisel konumlarını pekiştirme amaçlı.
"Olduğum konumda kalayım da; ülke yanmış umurumda değil", misali…
Bu durum ne acıdır ki; kişileri kendi siyasası ve kurumu içinde otoriterleşmeye, tek’leşmeye yöneltiyor.
Koltuğu ve konumu elde tutmak için meşruiyet çizgisi yok oluyor; herşey mübahlaşıyor.
Kendi seçmeniyle bile samimiyetsiz, riyakar ve yapmacık iletişim.
Millet yanmış, yıkılmış, aç kalmış, sefil olmuş kimsenin umuru değil.
Bunun sonucu ise; inançsızlık, güvensizlik ve adalet duygusunun kayboluşu…
Yani Toplumsal ruh halinin iflası, sefalet ve her türlü yoksunluk-yoksulluk…
Bu kadar büyük ve genel tahribat nasıl izale edilir, nasıl yavaşlar ve nasıl durdurulabilir; bilen varsa söylesin de; biraz biz de ümitlenelim…