Birinci Dünya Savaşı…
Bir Sırp milliyetçisinin Saraybosna’da Avusturya-Macaristan Veliaht Prensini öldürmesiyle başlayan savaş.
Ortaokul-Lise tarih kitaplarında böyle söylenir.
Asıl gerekçe budur,
Ve,
Cihan Harbi gerçekten bu cinayet sonucu başlamıştır, dersek;
"Hadi oradan…" derler.
An gelmiş,
Zamanı gelmiş,
Savaş kapıya dayanmıştı.
Sadece bir kıvılcım bekleniyordu ve bu cinayet de, fitili ateşledi.
Sedat Peker açıklamaları da biraz böyle oldu, galiba.
Fitili ateşledi.
Çünkü, sadece bir cinayetle koca Cihan Harbi başlaması nasıl iknadan yoksun ise, bir "damla" ile bardağın taşması da; o kadar iknadan yoksundur.
Doğal olarak;
"O halde, bardak neden taştı…" diye sorabilirsiniz.
Eeee…
Bardak dolu olunca “minik bir damla” bile taşırıyor, işte.
Yanisi şu;
Özellikle, AK Parti’nin tek başına iktidar çoğunluğu elde edemediği 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası bir şeyler değişmeye başladı.
Ki, İçişleri Bakanı’nın Habertürk’te "Davutoğlu’nu ben ve beş altı arkadaşım Genel Başkanlık ve Başbakanlık’tan uzaklaştırdık…" mealindeki sözleriyle, başlayan sarayiçi mücadele ete-kemiğe bürünüp, söze döküldü.
Bir nevi komitacılık gibi…
Eğer o günden bu ana kadar geçen ve halen de devam eden süreci "Fetret Devri" dersek; başlangıca da, 7 Haziran seçim sonuçları desek, yanlış olmaz.
Hani, tarihte "Fetret Devri" denen dönem de, kaybedilen 1402-Ankara Savaşı sonrası başlamıştı ya…
Bir an onu anımsattı bana…
Neyse konuya dönersek;
Davutoğlu’nun kellesinin alınması her şeyi halletti mi?
Tabi ki hayır,
Çünkü, bir kere macun tüpten çıkmıştı.
Hiçbir şeyin eskisi gibi olması, artık mümkün değildi.
Hele de 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi sonrası ortaya çıkan boşluğun doldurulması hırs ve heyecanı, bir nevi azmanlaşmaya döndü.
Parti içi rakipler daha bir acımasızlaştı.
İktidar, adeta üç partiden oluşur gibiydi.
AK Parti ve MHP’nin yanında Süleyman Soylu boyutuyla, sanki nostaljik bir esintiyle DYP de ortaklardan birisi gibiydi.
Ki, halen de, biraz öyle gibi…
Şahsen TV programını izlerken bir an, Sayın Soylu’nun AK Partiden ziyade DYP Genel Başkanı olarak hükümette yer aldığını düşündüm.
Bu durum, Berat Albayrak’ın da istifasına sebebiyet verdi.
İktidar içinde sular duruldu mu peki.?
Ne mümkün…
Ama Liderin karizması, dip dalganın yüzeye çıkmasını engelliyordu.
Ve bu sayede, yaşanan “devr-i Fetret” görünmüyordu.
Ama bunun da, dip dalgaların daha derinden, daha gizlice ve daha tehlikeli şekilde saflaşma ve güçlenmesini getiriyordu.
Böylece geldi geldi geldi ve bardak iyice doldu.
Sedat Peker’in son damlası ise bardağı taşırdı ve süregelen "Fetret"i görünürleştirdi.
Bu durum 7 Haziran seçimi ve 15 Temmuz Darbe girişimi sonrası iktidarın çekirdek kitlesini “…nasılsa her halükarda benimdir, benimledir...” şeklinde ihmal ederek yeni müttefikler edindiği gerçeğini gözler önüne serdi.
Ama iktidar, bence bir şeyi hesap etmedi, belki de edemedi.
Bu "yeni müttefikler" çekirdek kitle gibi değildi.
Dağdan gelip bağdakini kovacak türdendi ;
Çekirdek kitle’nin sonsuz ve tam teslimiyeti, sadakati ve "Lider yapıyorsa; elbet bir bildiği vardır…" inanışı yoktu.
Amiyane deyişle; "al gülüm ver gülüm"cüydüler.
"Ne kadar ekmek o kadar köfte…" diyen bir yapıdaydılar.
Sen "çekirdek kitle"yi ötelersin, itersin-kakarsın, dışlarsın ve hatta yokmuş gibi bile davranırsın ama onlar "ver gülüm" bile demez; sineye çeker, "Allaha sığınır, havale eder. Ne yapalım kader böyleymiş…" diyerek usulca köşeye çekilir.
Ama bu "yeni müttefikler" bambaşka..!
"Ver gülüm" kısmı gelip de vermezsen; işte o zaman seyreyle gümbürtüyü.
Ki, seyrediyoruz; gösterime girdi maalesef.