Özgür Özel – Ekrem İmamoğlu

—Özel, soğukkanlı olma çabasında ama heyecanını gizleyemiyor;
İmamoğlu ise hem soğukkanlı görünebiliyor hem de yeri gelince yüksek bir heyecan sahibi olduğunu güzel yansıtabiliyor.
—Özel, takım oyuncusu gibi ama kendi de koşuyor;
İmamoğlu, orkestra şefi gibi ve atı koşturuyor.
—Özel, sahadaki teknik direktör;
İmamoğlu protokol tribünündeki takım patronu.
—Özel yönetmen;
İmamoğlu yapımcı.
—Özel'in siyasi fikriyatı ve radikalist özgeçmişi gözden kaçmıyor, sözlerine yansıyor;
İmamoğlu, ideolojik prangadan bağımsız, zamanın ruhuna mutabık, "Ne varsa düne dair; dünde kaldı cancağızım!" dercesine modüler bir politik ekosistem algısını öne çıkartıyor.
—Özel'de pek giz ve gizemi yok;
İmamoğlu'nda derinlik, giz ve gizem çok.
—Özel, aleniyetçi ve görünür politik diplomasi tarzında;
İmamoğlu da aleniyetçi ama arka kapı politik diplomasiden yana.
—Özel, daha Ortodoks;
İmamoğlu, daha eklektik.
—Özel, var olan realiteyi göz ardı etmiyor;
İmamoğlu, "Yeni bir realite kuracağız." diyor.
—Özel, gelenekle birlikte yeni bir gelecek diyor;
İmamoğlu, "Gelenek engerektir, sadece gelecek!" diyor.
—Özel'in beden dili ele veriyor;
İmamoğlu'nun beden dili hiç renk vermiyor.
—Özel kıpır kıpır ve koşuşturan bir çalışkan;
İmamoğlu "Taş yerinde ağırdır." diyen bir ağır abi.
—Özel, hala Genel Başkanlığını pekiştirme çabasında;
İmamoğlu, ikinci kez İstanbul şehremini olmanın rahatlığında.
—Özel, Ankara'dan yönetmek istiyor;
İmamoğlu, "Türkiye İstanbul'dan yönetilir." diyor.
—Özel daha yerel;
İmamoğlu hem yerelci hem küresel…

*********

Tarikatlar ve Cemaatlerde Post Kavgası
Vardır bir hikmeti mi desek,
Yoksa rant-iktidar ve güç kavgası mı desek…
Onlar büyüklerimizdir, keramet ehlidir, sorgulamak bize düşmez mi desek,
Yoksa konu dünyevî nimet olunca, keramet-meramet hikaye imiş mi desek…
"Ben bilmem hocam bilir" demeye devam mı etsek,
Yahut da "hocanın dediğini yap ama yaptığını yapma" deyip akletmeyi mi seçsek…

***********

Erdoğan-Özel Görüşmesi ve Sonrasıda Yapılan Açıklamalara Bakış
Özetle;
Özel iyi karşılanmış,
Nezaket görmüş,
Erdoğan'a Türkiye'nin derin sorunlarını aktarıp çözüm bulalım demiş,
Ve dile getirdiği konular ciddiye alınıp not edilmiş!
Erdoğan ise memnun kalmış ve iade-i ziyaret yapalım demiş.
Fakat bir şey daha demiş ki bence "burası çok önemli",
Hatta bilinçaltının dışavurumu açısından tek önemli:
"…Türkiye'nin, Türk siyasetinin buna ihtiyacı var.
İlk fırsatta bu ziyareti (iade-i ziyaret) gerçekleştirerek Türkiye'de siyasetin yumuşama sürecini başlatalım istiyorum. Bu adımı da atacağız."

Soru bir:
Seçim sonucu böyle olmasaydı bu görüşme olur muydu?
Soru iki:
Seçim sonucu böyle olmasaydı "Türkiye ve Türk siyasetinin yumuşamaya ihtiyacı var" denir miydi?
Soru üç:
İmamoğlu, yine ve açık ara İstanbul'u kazanmasaydı bu görüşme olur muydu?
Soru dört:
Sandıktan derin bir dip dalga ve apaşikar bir hezimet çıkmasaydı, iktidarın istikbali tehlikeye girmeseydi bu görüşme olur muydu ve bu mutedil açıklamalar yapılır mıydı?

Benim cevabım hayır; ihtimali bile olmazdı!
İmamoğlu, "İstanbul'daki zat-zevat",
Özgür Özel ise, "Acemi Genel Başkan" ve "Özgür Efendi" hitabıyla anılmaya devam ederdi!

Gelişmeler aklıma Sıffin Vakası'nı,
Halife Hz. Ali ile Suriye valisi Muaviye arasında yaşanan savaşı getirdi.
O devirde "Arap'ın Dört Dahisi" diye anılan dört kişi vardı.
Bunların ikisi Amr Bin As ve Muaviye idi.
Ve bu ikili Hz. Ali'ye karşı el ele vermişlerdi.
İşte bu savaşta, yenileceğini anlayan Muaviye; emrindeki askerlere mızraklarının ucuna Kuran sayfalarını takmalarını ve "Savaşı bırakalım; Allah'ın kitabı aramızda hakem olsun" diye bağırmalarını ister.
Neden?
Çünkü yenilgi kaçınılmazdır ve bir şekilde bu savaşı durdurmaları şarttır.
Çünkü savaş meydanında yenemedikleri Hz. Ali'yi masada her şekilde yeneceklerine inanmaktadırlar.
Ve bu yüzden her yol caiz ve mubahtır!
Hatta bu fikrin Amr Bin As'dan çıktığı söylenmektedir.
Ki zaten, sonrasında Muaviye adına müzakereye katılan kişi de kendisi olmuştur!
Amaçlarına da ulaşırlar.
Hz. Ali istemese de, siyasal diplomasinin her türlü inceliklerini ve Ali tarafında savaşan askerlerin Kuran hassasiyetini iyi bilen Muaviye ve Amr Bin As'ın istediği gibi olur,
Savaş durur ve İslam tarihinde "Hakem Olayı" denilen müzakere süreci başlar.
Sonra?
Sonrası malum;
Her şey daha karmaşık hale gelir,
Harici isyanları daha da artar ve üstelik Hz. Ali öldürülür,
Muaviye, Şam'da halifeliğini ilan eder ve Emevîler döneminini başlatır!
Yani?
Yani'si şu:
Savaş meydanında kazanmak üzere olan Hz. Ali, İslam tarihinde "Fitne" kelimesinin baş faili-referansı ve ilham kaynağı Muaviye'ye masada kaybetmekle kalmamış; canından bile olmuştur!
Yani kazanmak için sadece mücadele yetmiyor,
Hem mücadele edebilmek hem de müzakere bilmek gerekli…
Neden mi anlattım?
Öylesine…
Bir an aklıma geldi işte…

**************

Diyanet İşleri Başkanı
Muhterem Hocam!
Sen neyin derdindesin,
Neden çırpınıp duruyorsun?
Çırpınma, battıkça batıyorsun!
"Kara gömülen ceset yazın ortaya çıkar." diye bir Çin atasözü var.
Hani sen "Hak geldi batıl zail oldu." dersin ya o misal…
Sayın Reis-ül Diyanet!
Sana bir dost tavsiyesi:
İstifa et ve kurtul!
Lüks araç ve israfla gelen itibar ancak istifa ile temizlenir!
Gerçi temizlenmez de, temsil ettiğin kurumun haysiyeti için öyle diyelim yine de…
Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi'nin karşı çıktığı ve çok kızdığı bir icraatına binaen Kanuni'ye söylediği rivayet edilen bir söz var:
"Sen öyle bir şey ettin ki İstanbul'a getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez!"
Aslında duruma cuk oturan bir söz ama ben yine de söylemeyeceğim!
OGÜNhaber