Muhalefetin adayı belli değil ya,
Ben de bir öneri getirmiş ve İlhan Kesici demiştim.
Akla şu soru gelebilir;
Kemal Kılıçdaroğlu veya Meral Akşener "iyi Cumhurbaşkanlığı" yapamaz mı da, bu öneriyi getirdin?
Yok yok; alakası yok.
Hele de, 20 yıllık AKP iktidarının oluşturduğu yorgunluk, yıpranma ve kişi odaklı yönetim anlayışının ülkeyi getirdiği noktada, ne yapılmamasının bilinci içinde gayet de iyi Cumhurbaşkanlığı yapacaklarına eminim!
Her ikisinin de, gayret ve samimiyet içinde kollektif aklı esas alarak yöneteceklerine ve başarılı olacaklarına dair, pek bir kuşkum yok!
Ama burada asla göz ardı edilmeyecek bir husus var.
Seçilmek ve Seçilebilirlik…
Yani demem o ki, önce seçilmek gerek…
İşte bu noktada, altılı masadan herhangi birinin adaylığıyla ilgili bazı rezerv ve soru işaretlerim var.
Eğri oturup doğru konuşmak lazım,
Sadece siyasiler değil; "seni-beni-onu-onları" da katarak söylüyorum;
Söylemsel boyutta, her ne kadar "sen-ben" refleksinden arî ve masun bir tavır serdetsek de; iş başa düşüp karar anı gelince, kişisellikten arınmış-arındırılmış bir tavır ve feragat içeren bir davranış sergilemekte pek başarılı olduğumuz söylenemez.
Sonuçta insanız ve bir nefsimiz var!
Kim ne derse desin,
Altılı masadan birisi aday olursa,
Diğer partilerde veya partilerin seçmen kitlesinde bir burulma, kırılma ve belki de seçim sürecinde kendini gayretsizlik olarak gösterecek bir konumlanma kaçınılmazdır.
Aslında bu ve benzeri pek çok şeyi hepimiz biliyoruz, farkındayız,
Ama nedense, dillendirmekten imtina ediyoruz.
Mesela Kılıçdaroğlu aday gösterilse,
Diğer partilerde, "en çok CHP çalışsın arkadaş, nasılsa onların başkanı aday oldu. Ben neden yırtınayım ki…" gibi bir düşüncenin önüne geçemezsiniz!
İki kere iki dört eder bir gerçektir bu…
Karar anında,
Yani "adayımız filanca kişidir" demeden önce,
Muhalefetin mutlaka düşünmesi gereken ve hatta olmazsa olmaz mesabesinde olan birkaç nokta var.
Bunlar;
—Seçilme ihtimalini maksimize ve seçilememe riskini minimize etmek,
—Bunun için asgari müşterek oluşturmak,
—Kazanılırsa, "ne istiyoruz/ne yapacağız" noktasında ittifak etmek,
—Yani fetret'i reddetmek, restorasyonda hemfikirleşmek…
Muhalefet şuanda, "seçim öncesi-aday belirleme süreci ve seçim sonrası-yönetme şekli" olarak, düal bir yaklaşım içindedir veya olmak zorundadır!
Buradan hareketle,
Muhalefetin de, seçilebilirliğin maksimize edilmesini esas aldığını, sonrası süreçte restorasyon tercihinde ve inanışında olduğunu düşündüğüm için, İlhan Kesici ismini önerdim…
Aday olacak her isme olacağı gibi, Kesici'ye de, "neden aday gösterildi, kazanabilir mi ki veya kazansa ne yapabilecek ki…" tarzında eleştiriler gelebilir ve gelecektir de…
Bu olabilir bir durumdur ve bence olmalıdır da.
Ama toplumsal tercih psikolojisi ve partisel boyutlu siyasal konsept çerçevesinde ve biraz da objektiviteyi öne çıkartarak bir değerlendirme yaptığımızda, bu ve benzer eleştirilerin, Kesici isminde daha az/minimize olacağını düşünüyor ve öyle inanıyorum.
Ki, öneri getirdiğim yazıya, kahir ekseriyeti de olumlu olan öyle çok mesajlar aldım ki…
"Seçim öncesi ve sonrası" diye bahsettiğim vetirenin her ikisi için de, muvafık ve mutabık olma durumu çok önemlidir.
Bu iki durum için de en dezavantajsızlık, en az reddedilirlik ve "yetmez ama evet" boyutunda tezahür edecek bile olsa, maksimum kabul görürlük bu sürecin ana umdesi ve olmazsa olmazıdır ve olmak zorundadır!
Altılı masada, kapalı kapılar ardında veya ikili görüşmelerde ne konuşulduğunu bilmiyoruz.
Yani, ben bilmiyorum…
Her ne kadar kamuoyuna "feragat hissimiz ön planda" algısı sergileniyor olsa da,
(Ki, partilerinden bağımsız şekilde Kılıçdaroğlu ve Akşener'e bakarak, ben de, büyük ölçüde buna inanıyorum ve inanmak istiyorum)
Zihinlerin arka planında "ben olayım/benden olsun/ben daha etkin olmalıyım" gibi partisel ve kişisel siyaset konsolidasyon isteği varsa,
Veya "kardeşim, restorasyon veya fetret; sen geç bunları. Bizden biri olmayacaksa Erdoğan olsa bile sorun etmem" gibi bir yaklaşım varsa; söylenecek bir şey yok demektir.
Bu durum ve yaklaşım, türlü çeşit emek verilerek ve iktidarın her türlü engelleme çabalarına ve eşitsiz siyasi koşullara rağmen, seçmen nezdinde muteber hale gelen muhalif müktesebatı da, bir çırpıda yok edeceği gibi Erdoğan'a Cumhurbaşkanlığını altın tepside sunmak anlamına gelir!
Bu düşünce eksiktir, doğru olmaz ve kısırlık getirir.
Eğer öyleyse;
Önerimi, tespitlerimi ve bu konuya dair tüm söylediklerimi unutun derim…
Ki, İlhan Kesici gibi hayatının büyük kısmını kamu bürokrasisi ve Türk siyasetinde "lekelenmekten azade kalabilerek" geçirmiş,
Üstelik seçime beş kala, iktidar cenahının cansiperane ve sınırsızca saldırılarına rağmen lekelemeye pek muktedir olamayacağı, hatta aday gösterilmesine en memnuniyetsiz kalacağı birinin,
İttifaken alınmayan bir karara ve merkezinde restorasyon olmayan ama "…mış gibi" lanse edilen bir duruma razı geleceğini düşünmüyorum!
Benden söylemesi…