"-Mide küçültme ameliyatı varmış; duydun mu, Troyalı…
-Duymuştum..!
-Beynimin üçte ikisini aldırmak istiyorum..?
-Aklından zorun mu var senin… Nasıl bir soru bu.?
-Beynimi küçültürsem, belki de aklî melekelerimi minimize eder; "düşünme hastalığından" kurtulurum.
-Sen, aklını yitirmişsin zaten. Beynini küçültmene gerek yok…"
Salim ve sakin şekilde anlatmaya başladı:
"Yakînen tanıdığım, "kardeşlik hukukumuz" olan bir hocamız var.
Ona gittim.
Başarılı mide ameliyatları yapabiliyor.
Obeziteyi önleme konusunda oldukça mahir.
Dedim ki; Hocam imdat…
Artık akletmek, tezekkür etmek, düşünmek istemiyorum…
Çünkü bıktım,
Beni idare edenlerin dün söyledikleriyle, bugün arasındaki çelişkiden bıktım.
Aptal yerine koyulmaktan, aklımla dalga geçilmesinden bıktım.
Aklı yok sayan tasarrufların bende oluşturduğu "fikrî sancıdan" bıktım.
Okumaktan bıktım, düşünmekten bıktım.
Yaşananları görmekten, şahit olduğum adaletsizliklerden bıktım.
Başıma gelenden de, birilerinin başına gelenleri bilmekten de bıktım.
Kendimden bıktım, kendi’liğini kaybedenlerin yaptıklarından bıktım.
Kısaca Hocam; beynimden de, aklımdan da bıktım…
Çıldırmadan, cinnet geçirmeden derdime çare lütfen… dedim" diyor; adı salim ama ruhî selameti kaybetmiş aziz dostum.
Nasıl salim kalabilsin ki, ruhu…
Bu ülkede doğmuş,
Bu devletin üniversitelerinden iki lisans, iki de yüksek lisans diploması almış,
50 yıla yaklaşan ömrünü bu topraklarda yaşamış bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı…
Aldığı eğitim,
30 yılı aşkın çalışma hayatı,
İyi-kötü ama bir şekilde edindiği tecrübe ve deneyim ekonomik, siyasi, sosyolojik, kültürel, dini ve diplomatik analizi yaptırıyor hatta dayatıyor.
Keşke yapamasaydı..!
Keşke, bildiklerini hiç bilmiyor olsaydı…
Keşke bunca şeyi yaşamasaydı, yaşanan yanlışlıklara şahit olmasaydı…
Keşke köyünden hiç gelmeyip; patatesçilik yapsaydı…
Ama çıktı köyünden,
Geldi bir kere, büyük şehre…
Artık yokmuş gibi de olmuyor, olamaz ve olamayacak.
Neye güvendin de geldin efendi…
Nesini beğenmedin de köyünün; geldin böyük şehre…
Acı acı tebessüm ediyor ve gözleri dolarak anlatıyor;
"Ben üç yaşında babasız kaldım.
Bir tek annem vardı.
Bir de devletimiz…
Yatılı okullarda okudum.
Devletim ekmek verdi, aş verdi, yatak verdi.
Büyüyecek, yetişecek, dolacak ve hizmet edecektim, devletime.
Gencecik yaşta, bana maaş vermeye başladı.
Çok büyük bir olaydı, benim için...
Sigortalı idim ve devlet kapısında bir işim vardı.
Adildi devletim.
Ben gibi bir kimsesizin kim'i olmuş, kimsenin "torpiline" gerek kalmaksızın beni işe almıştı.
Çalış diyordum kendime; çalışmalısın oğlum, çalışmalısın.
Devletine borcunu çalışarak ödemelisin.
Ben de, salim ve sağlam kafa, iman, inanç ve azimle salimen çalışıyordum.
Hem çalışıyor hem de okumaya devam ediyordum.
Durmak yok, durmak yok; çalışmalısın, çok çalışmalısın ve yine çalışmalısın diyordum.
Öyle de yaptım.
Hem kendimi, daha daha yetiştirmeye, hem de işimi aksatmadan yetiştirmeye çalıştım.
Becerdim de; çok şükür.
Geriye dönüp baktığımda Şair’in dediği gibi;
"Yeniden mihenge vurdum inandığım şeyleri…
Çoğu katıksız çıktı, çok şükür…" diyebiliyorum.
Ama geldiğim nokta tam bir keşmekeş…
Fikir sancısı,
Vicdan azabı,
Putların ormanı,
Ruhumda sızı,
Durup dinlenmeden kocaman bir diş ağrısı gibi beynimi kemiren düşünüşüm…
O yüzden de istemiyorum artık; beyni, aklı, bilgiyi, birikimi, deneyimi, tecrübeyi…
İyisi mi; aldırmak beynimin üçte ikisini..
İstemiyorum beynimi…
Lanet olası fitliyor sürekli; bastıramıyorum sesini, düşündürtmesini, isyanın nefesini…
En iyisi mi; ameliyatla beyni küçültmek.
Nasılsa midesini küçültenler daha mutlu, konforlu, sağlıklı oluyor.
Sadece tuvalete gidecek, yemek yiyecek, ağzımın salyasını silecek kadar bir beyin kalsın, yeterli…"