İstanbul Beyoğlu'nda Kilise, Havra ve Cami birbirine komşudur.
Bunların din görevlileri papaz, haham ve hoca arkadaş olurlar.
Üçü de mabetlerinde kendi dinince ibadetini yaptırır, sonra bir arada vakit geçirirler.
Başlayan bu güzel dostluk devam ederken yılbaşı gelir.
Bu gece kağıt oynayalım, derler.
İnsanoğlu bu… Kim olduğu farketmiyor.
Başlamayadursun..; bir süre sonra bu oyunları kumara dönüşür.
Sonunda civardan birileri ihbar eder ve polis aniden baskın yapar.
Hemen toparlanıp oyun kağıtlarını saklarlar, ama polis durumdan emindir.
Önce papazı sıkıştırır:
"Siz din adamısınız, yalan söylemek size yakışmaz.
Söyle; kumar oynuyordunuz, değil mi..?
Papaz işin nereye varacağını kestirir ve inkâr eder.
Polis kararlıdır, kiliseden İncil getirtir;
"Öyleyse Mukaddes Kitap üzerine yemin et" der.
Papaz bir kere hayır demiştir, şimdi itiraf ederse büsbütün kötü olacağını bilir.
"Ne yapsam ne etsem" diye düşünür ve "şimdi yalan yere yemin edip, sonra kiliseye girer günah çıkartırım, Allah affeder..." der.
Elini kitaba basıp yemin edince, polisin yapacak bir şeyi kalmamıştır.
Bu defa Haham'a döner, bütün kibarlığını takınarak;
"Söyle Haham efendi; sakın inkâr etme, kumar oynuyordunuz, değil mi..?"
Haham düşünür,
"Evet" dese hem papazı ele vermiş olacak, hem de kendisi için durum iyi olmayacak.
Papaz bizden daha kıdemli, inkâr ettiyse bir bildiği vardır. Hem arkadaş uğruna işleyeceğim bu suçu Allah elbet affeder, diye kendini avutup, basar yemini...
Sıra gelir Hoca'ya.
Polis bu son kozu da kaybetmek istemez.
Bütün hışmı ile ona döner ve:
"Bak hoca efendi; bilirsin dinimizde yalan söylemek çok günahtır.
İtiraf et; kumar oynuyordunuz, değil mi..?"
Hoca ellerini kaldırır, papaz ve hahamı işaret ederek;
"İyi de polis bey kardeşim; onlar oynamamışsa ben yalnız başıma nasıl oynadım.
Kendimle mi,
Kiminle memur bey kardeşim kiminle…"