Hz.Ömer…
Konu, kamu idaresi ve devlet malı olunca hassasiyeti zirveye ulaşır.
Kendisi en üst düzeyde ihtimam gösterdiği gibi yakın kurmayları ve valileri de, hem özenle seçer ve hem de yüksek bir özen göstermelerini isterdi.
"Oğulları Abdullah ve Ubeydullah, bir ordu ile Irak seferi dönüşünde Basra'ya uğramışlardı.
Vali Ebû Musa el-Eşarî'nin ganimet mallarından kendilerine verdiği parayla ticaret yapıp kâr ederler.
Sonra, ana parayı da devlet hazinesine geri ödemeye gelirler.
Bunu öğrenen Halife Ömer, oğullarına çok kızar.
Onlardan kârlarının da yarısını alır ve hazineye koyar.
Sonra ailesini toplar ve şu uyarıyı yapar:
"İnsanlar sizi, yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler.
Allah'a yemin ederim ki, sizden birinizin bu yasakları ihlal ettiğini görürsem, onun cezasını kat kat fazlasıyla veririm."
O kadar karmaşık ve puslu bir hava yaşıyoruz ki;
İnanın, "doğru ne-yanlış ne, kim haklı-kim haksız, hak ne-hakikat nerede.." diye kafam allak bullak oluyor.
Böylesi anlarda Hz. Ömer'in günümüze ulaşan ve herkese örneklik içeren devlet idaresine dair hatıratlarını okumaya sığınıyorum.
O kadar açık-net-yalın ve sade biçimde yol gösteriyor ki; ancak bu şekilde aydınlanma yaşıyor ve zihnimi berraklaştırıyorum.
Aktardığım anekdot da bunlardan sadece birisi…
Ama öyle manidar, öyle anlamı ve öyle yol gösterici geldi ki bana…
Sizlerle de paylaşmak istedim.
Puslu-sisli-karmaşık havaya rağmen, aslında hakla-batılı, haklıyla-haksızı, haramla-helali birbirinden ayırmak o kadar kolay ki!..
Hz. Ömer pratiği önümüzde.
Son derece açık,
Yoruma bile gerek yok,
Herkesin-hepimizin anlayacağı sadelikte…
Peki buna rağmen kafamız karışıyor-karıştırılıyor ve çıkmaza girer gibi oluyorsak; hata nerede?
Biz nerde yanlış yapıyor veya neyi eksik yapıyoruz?..
Yoksa İslam'ı, Peygamberin Hayatını, Hz. Ömer başta olmak üzere halifeleri ve yönetim tarzlarını okurken, işimize geldiği gibi bir sonuç mu çıkartmaya çalışıyoruz!..
Ya da, bu "muhteşem-muhterem ve önder" şahsiyetlerin örnek yaşamlarından ilham almak yerine, yaptığımız yanlışlara kaynak mı arıyoruz da; okuyoruz bunları!..
Okurken utanıyorum bazen,
O muhteremlerin, ruhaniyet ve maneviyatlarından utanıyorum.
Sanki, "eyleminiz başka söyleminiz başka, kalbiniz başka söylüyor diliniz başka; ne yüzle gelip de, benim hayat ve adalet örneklerimi okuyorsunuz…" diyecekler diye…
Yani ne diyeceğimi bilemiyorum.
Eğer böyle diyorsalar; haksız da sayılmazlar!..
Ömer'i Ömer yapan, el-Faruk'luğu unutursak,
Dilimiz Ömer Ömer derken; Hattapoğlu gibi olursak,
"Ömer'in Adaleti" derken; "adalet benim-benim adaletim" dersek;
Utanmalıyız,
Hem de çok utanmalıyız.
Bir bizim yaptığımıza bakmalı, bir de Ömer'in ailesine yaptığı uyarıya…
Bakar kör değilsek,
Bakıp da görebilirsek tabi…