Büyük Selçuklu Devleti’nde istediği üst mevkileri elde edemeyince paranoyak ince zekasıyla, hırs, kin ve garez güdüleriyle hareket eder ve Büyük Selçuklu Devleti’ni kendine düşman olarak benimser. Büyük Selçuklu sarayından ayrıldıktan sonra yıllarca dolaşarak kendine bağlı talebeler (dai) toplar ve 1090 yılında görüp karargah olarak beğendiği Alamut Kalesi’ne yerleşmeye karar verir.
Kaleyi ele geçirmesi bile Dai’leri (talebeleri) kanalıyla tamamen hile, desise ve sinsice olur. Bölge halkını ve Alamut’takileri dai’leri kanalıyla kendi yanına çeker. Dai’ler görünürde müşfik, kibar, dindar ve yumuşak yüzlü kişiliklerdir. Ama bu görünen yüzlerinin yanında birer intihar komandosu gibi kişilikleri onların gerçek yüzleridir. Dai’lerin orada gösterdikleri çok alicenap ve müşfik tavırlarla halkın bir kısmı mezhep değiştirir. Daha sonra Hasan Sabbah gizlice kaleye gelir. Kalenin sahibi hükümdar ise elinden bir şey gelmez halde olduğu için kaleyi Sabbah’a terk edip kaçmak zorunda kalır.
Hasan Sabbah kaleye yerleşir ve “Haşhaşin Tarikatını” resmen ilan eder.
Hasan Sabbah, Alamut'a yerleştikten sonra 34 yıl boyunca buradan hiç ayrılmamıştır. Rivayetlere göre Alamut'taki kendi odasından bile sadece birkaç kez çıkmıştır.
Alamut'a yerleştikten sonra Büyük Selçuklu Devleti ve Abbasilere yönelik mücadelesine başlayan Hasan Sabbah, kendi döneminde elliye yakın suikast gerçekleştirmiştir
Bunların en önemlisi ve ilki Nizamülmülk'ün öldürülmesidir. Diğerleri ise Selçuklu üst düzey devlet görevlileri ve Abbasi din adamlarına yönelik suikastlerdir.
Alamut Kalesi'ni üs seçen Hasan Sabbah ve fedailerinin kazanmak için kullandıkları tek metod vardı: Terör...
Hasan Sabbah'ın “müritlerini” terör ve suikast işlemeye ikna için kullandığı yöntem günümüzde terör örgütlerinin vazgeçemediği taktiklerinin başında geliyor: Şehvetli bir kadın ve uyuşturucu...
Ulvileştirdikleri Hasan Sabbah’ı memnun etmek için her türlü çılgınlığı ve caniliği bir an bile düşünmeden yapabilen, binlerce kişilik, iyi yetişmiş ve halk tarafından çok saygı (!) duyulan “karıncayı bile incitmez” kişilikte görünen ama canilikte, katliamda alçaklıkta sınır tanımayan faal bir ordu...
Ölümden korkmadan hatta ona koşa koşa gidebilen beyni uyuşmuş ve ruhunu Hasan Sabbah’a satmış fedailer…
Hasan Sabbah denen bu adam bütün korumaları atlatarak Sultan Melikşah’ın huzuruna gelip onu tehdit edecek kadar şeytani ve sinsi eylemleri yerine getiren bir psikopat….
Yıllarca çalışarak, nakış gibi işleyerek Büyük Selçuklu bürokrasisini ve güvenliğini ele geçiren bir müfrit paranoyak…
Örgütlenme ağıyla tüm Selçuklu Devleti’nin üst düzey kadrolarını dahi Haşhaşin yapan sinsi bir şeytan…
Daha sonraki yıllarda tahta geçen Sultan Sencer'e barış elçileri gönderen, tekliflerin kabul edilmemesi nedeniyle saraydan birilerini yanına çekerek sultanın başucuna bir hançer saplatan ve “Ben istemez miydim ki o hançer sert taşa değil de Sultanın yumuşacık göğsüne saplansın” diye
Sultan’a mesaj gönderen tehdit ve şantajcı…
Tapınak Şövalyelerine ilham kaynağı olan “devlet içinde devlet” paralel yapılara ilham olan bir alçak yapı…
Haşhaş veya uyuşturucu kullanan fedailer, hedefteki düşmanlarını öldürünceye kadar çabalıyorlar, ölseler de bir gaye için mutlu ölüyorlardı. Çünkü şeyhlerinin vaat ettiği cennete kavuşmanın yoluydu bu. Sayıları çok fazla olmasa da, şeyhlerinin her isteğini gözü kapalı yapacak hale gelen bu yapı, büyük devletleri bile zora sokacak ilginç olaylara, istihbaratlara, devlet içinde devlet olmalara ve suikast hareketlerine imza atarak tarihe geçmiş bir sapkınlık ve şizofrenik hareket….
Günümüze gelip FETÖ-Fethullah Gülen ve Hasan Sabbah-Haşhaşin örgütüne baktığımızda ne kadar benzeşik olduğunu görüyoruz. Hasan Sabbah’ın dai’leri (müritleri) Gülen’in bugüne kadar “çakı bile taşımayan” ama 15 Temmuz gecesi katliam yapan o “kibar yüzlü, sakin, dindar iyi yetişmiş” talebeleri arasında nasıl da bir şizoid bir zihinsel yakınlık mevcut olduğunu çok net gördük.
Nizamülmülk’ü takıntı haline getiren ve Büyük Selçuklu Sultanı olmayı isteyen Hasan Sabbah’la Cumhurbaşkanı’mız Erdoğan’ı takıntı haline getiren ve bu uğurda ülkemizi kan gölüne çevirmekten zerre imtina etmeyen F.Gülen arasında alçaklık, canilik, şizofrenik kişilik bakımından ne fark var…
Hasan Sabbah da devletin tüm kademelerine ve özellikle güvenlik bürokrasisine sızmıştı, günümüz H. Sabbah’ı F. Gülen de…
Ve bu zihniyet öyle hastalıklıdır ki; onlar artık Haşhaşin gibi Hoca kisveli Terörist liderlerinin onlara vaat ettiği cennete Kuran’ın içeriğinden ve Peygamberimizin hadislerinden daha önemli ve gerçek olarak inanmaktadırlar. Bundan daha büyük sapkınlık ve dinden sapma olabilir mi….?
Soruyorum; “15 Temmuz gecesi halkı öldüren katillerle Hasan Sabbah’ın fedaileri" arasında bir fark var mı…?
Kamu bürokrasisinin, askeriyenin, emniyetin, yargının hemen her kademelerini, üst komutan ve yöneticilerin yaverliklerini, mahrem görevlerini ele geçiren Gülenist’lerin Haşhaşi’lerden ne farkı var…?
Daha bir hafta önce Cumhuriyet tarihinin örneğine şahit olmadığı bir katliam, vahşet ve ihanet yaşanmış, adam bunu görmüyor hala kalkmış vatan, ülke ve bayrak uğruna şehit olanlara alçakça ve tüm kiniyle “ahmaklar” diyebiliyor.
Hala “filan cennetlik filan cehennemlik” şeklinde din tacirliği yapabiliyor ve halka acımasızca milletin silahlarıyla ateş ederek öldüren münafıklar, Gülenist Haşhaşi pilotlara, komutanlara, askerlere bu sizin şerefinizdir diyecek kadar şerefsizce konuşabiliyor…
Hasan Sabbah 1124 yılında ölünce alem sapkın, nevrotik ve müfrit bir psikopattan kurtuldu.
İnşallah ülkemiz için de günümüz Hasan Sabbah’ının ölümü yakındır. Çünkü “Zalim sonu yaklaştıkça azgınlaşır, zulmünü daha da artırır” diyen Hz. Ali’nin sözü çerçevesinde F. Gülen denen terörist başının da sonu yakındır.
Ey FETÖ! İnşallah bu kadar şehidin ve yaralının ahı seni iflah etmez ve ölümün Hasan Sabbah gibi kendi yatağında da olmaz. İlahi adalet tecelli eder; ya darağacında veyahut zindanda olur.
“Ölümü yaklaşan köpek cami duvarına işer” der atasözümüz… Sen de 15 Temmuz’da aynen bunu yaptın...