"Hayır efendimiz, nasıl bir şey?
Ona söyleyebileceğin o kadar şey varken, susmaktır Olric…"
Ona, buna, şuna söyleyecek o kadar çok şey var ki…
Ama yaptığımız ne..?
Sadece susmak…
Nasıl peki.?
Can çekişmeyi,
Yani yaşarken ölmeyi,
Yani ölü gibiliği,
Yani sevgide ve yergide sessizliği,
Yani kendimizde kendimizsizliği, tercih ediyoruz.
Neden peki..?
Aman kimse tavuğumuza kişt demesin,
Aman başıma bir şey gelmesin,
Aman, midem boş kalmasın,
Aman değirmenin suyu kesilmesin,
Aman düzenim değişmesin, diye…
Değiyor mu peki..?
Önemli değil ki…
Değse neee, değmese ne…
Beynimiz mide,
Aklımız mide,
Ruhumuz mide,
Sevgimiz mide…
İnsanız ama insanlığımız bitse ne olur ki…
Dilsiz şeytan dense kaç yazar ki…
Bana değmeyen yılan bin yaşasa umurumda değil ki…
"Sarı öküz"ü feda etmişiz; beteri ne olacak ki…
İşkembeyi kübralaştırıyoruz; daha ne isteriz ki…
Sevdik, sevdik..!
Can çekişmeyi,
Can çekiştirmeyi ,
Ciğerleri parçalamayı,
Vicdan azabı çekmemeyi,
Dedikodu pekiştirmeyi,
Haramı helalleştirmeyi,
Kötüyü övmeyi,
İyiyi yermeyi,
Her şeyi bilmeyi,
Bilmediğini bilmemeyi,
Bilgisiz fikir sahipliğini,
Ahkam kesmeyi,
Kendine yontmayı,
Hak adına hakkı unutmayı,
Haksızlığa utanmamayı,
İhtirası,
Makamı,
Mevkiyi,
Lüksü,
Konforu,
Emeksiz kazancı,
Sevdik sevdik..!
Gidişat nereye peki..?
“Hasan Dağı arpalık, eğer saban yürürse…
Her derede bir değirmen, eğer suyu gelirse…
Her kümesten bir tavuk, eğer köylü verirse…
Güzel gidiş bu gidiş, eğer sonu gelirse...”
“Ne çok şey biliyor bu insanlar Olric?
Herkes işine geleni biliyor efendimiz…”