-Fırtına mı başladı yoksa, Troyalı…
-Sence de başlamadı mı?..
Sahi, fırtına dedin de aklıma geldi,
Rahmetli Ramiz Dayı derdi ki;
"Fırtınada ağaç nasıl devrilir, bilir misin yeğen…
Hak Teâlâ, bir ışık gönderir,
Yıldırım…
Ağacın tam ortasına…
Çatırrrrrr…
Çatırdar; öylece bırakır kendini...
Önce yavaş,
Sonra hızla iner yere…"
-Yani Troyalı?..
Ne yani'si, yani ne!..
Görmüyor musun olanları,
Yaşanmışları-yaşamışları-yaşananları,
İttihat Terakki'yi düşün,
Onlar da eleştirmişlerdi,
Devr-i Abdülhamit kötü demişlerdi,
Millet-milliyet-beka,
Ezan-din-ümmet demişlerdi.
"Bir Devr-i Şeamet"(Uğursuz Devir) diye söylemişlerdi,
Belki öyleydi ya da değildi; onu bilemem,
Ama düzeltmek için gelmişlerdi…
Ya sonra!..
Sonrası daha vahim,
Sonrası hüsran,
Sonrası daha beter,
Beterin de beteri…
Dünü arattılar,
Düne rahmet okuttular,
Dünkünden farksızdılar,
Rövanşist davrandılar,
Devlet'e dadandılar,
Birbirine düştüler,
Öldüler, öldürdüler,
Taht kavgası ettiler,
Çöreklendiler,
Devleti "Han-ı Yağma" sandılar.
T. Fikret'e bile;
"Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!" dedirttiler.
-Tamam anladık da; ne alaka şimdi Troyalı…
Nereden nereye geldin; ben ne dedim, sen neleri hatırladın?..
-Gafil misin sen,
Gözlerini aç,
Başını kaldır ve bir bak!..
Sanki tarih tekrar ediyor,
Kendini yeniliyor,
Kötülük başa sarıyor,
Kör tuttuğunu beceriyor,
Biri mala çöküyor,
Çökene, başka biri çöküyor,
Biri kana susuyor,
Diğeri dilsiz şeytan; haksızlığa susuyor,
Tankla hotel basıyor,
Çalan çalıyor,
Çalana kar kalıyor,
İşiten duymuyor,
"Bakan" görmüyor,
Bilen susuyor,
Talan sürüyor,
Bilmeyense; tapınmaya devam ediyor…
Ne farkı var; bugünün dünden,
Dünün bugünden…
Biliyor musun; nasıl bitmişti İttihat Terakki?
Nasıl yıkılmıştı?..
Hımmm; bilmiyorsan söyleyeyim;
Birbirine düşmüşler,
Birbirini yemişlerdi.
Fırtınada çatırdayan ve düşen ağaç gibi; yere serilmişlerdi.
Önceye-öncekine benzemişler,
Milletin ümidini yokedip,
Devleti payimal (perişan)edip,
Kavgaya düşmüşlerdi…
Mehmet Akif ne demişti;
"İbret alınsaydı…"
Ve;
"Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!..
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
"Tarih'i 'tekerrür'" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?.." demişti; bugünlere mesaj vermişti.
M. Akif'i dilinden düşürmeyenlere,
"Asım'ın Nesli" diye "söylev"lenenlere,
"Kanayan bir yara gördüm mü, yanar taaa ciğerim" deyip de; yaraya tuz basanlara,
Yazdığı İstiklal Marşı'ndan dolayı verilen 500 Lira ödülü bile almayıp, Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar'ül Mesai vakfına bağışlamasını unutup; bir maaş-iki maaş-üç maaş-dört maaş, hatta daha daha çok maaşlar almaktan hicap bile etmeyenlere,
Bu hatırlatma da benden kıyak,
Giderayak...
Bir Hatırlatma…
Etme bulma dünyası işte…
Kader-i İlahi/İlahi adalet bu olsa gerek…
O İttihat Terakki'ciler, iktidardan düşünce öyle bir haldeymişler ki;
Refik Halit Karay onlar için şöyle demişti;
"Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden:
Efendiler nereye?...
Tahtakuruları nereye?
Tok kurtlar nereye?
Koca fareler nereye?
Ziyankar evlâtlar nereye?
Eli sopalı beli palalı, gözü kanlı paşalar; damdan dama nereye?
Muhalif mi? Al aşağı…
Muharrir mi? Vur başına…
Türk mü? Sür ölüme…
Rum mu? İste parasını…
Ermeni mi? Kes kafasını…
Arap mı? Çek ipe…
Kadın mı? Gönder eve…
Haydut mu? Buyursun köşeye…
Külhanbeyi mi? Gelsin yanıma…
Yahudi mi? Sor fikrini…
Kalan kimseye at sopayı…
Paraları koy cebine…
İşte sizin programınız bu!..
Şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana; Efendiler nereye?..