Devleti saran 'ayrık otu'

Ektiği tohum toprakta filizlenmeye başlar ve bu defa “zararlı otlarla” mücadele safhası başlar.

Çiftçinin toprağına ve ürününe zarar veren çok çeşitli ot türleri vardır. Hepsiyle mücadele edilir, toprak çapalanır veya otlar biçilir, sorun hallolur. Ama bir tür ot  vardır ki; bunun yok edilmesi ve zararının bertaraf edilmesi diğerlerine hiç benzemez. 

Çünkü  arsızdır, sinsidir, inatçı ve kalleştir. Normal gözle bakınca diğerleri gibidir, ötekilerden  farkı yoktur,  benzerdir ve  o da öteki türler  gibi  yeşildir… 

Çiftçilik yapanların iyi bildikleri ve hiç de sevmedikleri bir ot türüdür bu “ot”..

Sanki cefakar, vefakar çitçinin emeğini, toprağını, geleceğini yakacak, yokedecek bir “od”tur (ateş) bu “ot”..

“Ayrık otu” derler buna  Anadolu’da…

Bunu temizlerken  çok itina göstermek lazımdır.  Kesip attığını sanırsın, kurumaya yüz tutar gibi görünür ama bir damarı bile toprakta kalsa, bir süre sonra yeniden canlanmaya başlar ve  toprağına yeniden  kök salar,  mahsulünü  zayıf düşürmeye başlar.

“Bir mevsimde, her yönde orijinal bitkiden 1,50 metre kadar daha fazla yayılarak tomurcuk sayısı 30 ilâ 60 kez  çoğalır. Tomurcukların en büyük kısmı uyur halde kalır. Ancak, her biri en uygun anda aktif hale gelebilir; birkaç santimlik ufacık kök parçası yeni bir bitkinin yetişmesi için yeterlidir. Bu tohumlar çimlenme güçlerini dört yıl kadar muhafaza ederler”

Bunlara “haşere-i muzırra”  da diyebiliriz. Yani o topraktaki asıl ürünü yok etmeye ve zayıf bırakmaya yönelik zararlı otlar, haşerelerdir bunlar…

Büyük emekle “çapa”larsın, temizlersin, yok edersin…

Ama bunları söktükten sonra, neşv ü nema bulamayacakları çorak  yerlere ve güneşin kızıllığına atmazsan; “nasılsa toprakla bağını koparttım” diye aldanarak olduğu yerde bırakırsan, bunlar yeniden sessiz ve sinsice canlanır…

Yeniden senin emekle büyütmeye çalıştığın, beslediğin, gözün gibi baktığın, sebebi hayatın; en değerli  “varlığını” yok etmeye başlarlar…

Çünkü bunların “ölmüş”lüğüne asla aldanmamak lazımdır.

Şimdilerde ise; “Devlet hayatımızda ve Ülke bütünlüğümüzde” benzeri olay, olgu ve tehlikeyi yaşıyoruz. Devleti adeta “ayrık otu” gibi sarmış olan “paralel yapı”nın ülkeye verdiği zararlardan kurtulmakla meşgulüz. Ama, maalesef bazı “Devletlü”lerin bunlara karşı son derece dikkatli olması gerektiğini göz ardı ettiklerini ve rehavet içinde olduklarını müşahede etmekteyiz.

Devlet aygıtına nakış nakış, sabırla, ve sinsice sirayet etmiş bu “haşerat”ı söküp atmak öyle kolay bir mücadele değildir. Devletin kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş, bu “ayrık ot”larının temizlenmesi için çok ciddi bir mücadelenin yapılması mutlak gereklidir.

Anayasa Mahkeme’sinin verdiği  “dersanelerin kapatılması” nın iptal kararında bile;  maalesef bu “ayrık otu” misali uyuyan hücrelerin etkili olduğunu görmekteyiz. Şimdilerde “yeraltına çekilip” uykuya geçmiş hücrecikler şeklinde bir strateji içine girmiş bulunmaktadırlar.

Hele de; 7 Haziran seçim sonucunun verdiği cesaretle, devletin bünyesini kemiren, toprağını zehirleyen “ayrık ot”ları yeniden canlanma cesareti göstermeye başlamıştır.

Bu bağlamda;  yeni dönemde bütün siyasi partilere düşen “milli güvenlik siyaset belgesine” de terör örgütü olarak giren bu “yapı”ya karşı çok ciddi bir mücadele azmini göstermeleri gerekmektedir. Çünkü  devlet hepimizindir.

Bu ülkenin, AK Parti’si de, CHP’si de, MHP’si de bu tehlikeyi göz ardı etmemelidir. Hepsinin devlete ve ülkeye olan sadakatinden kuşkumuz yoktur. 

Bütün siyasi partilerin bilmesi lazımdır ki; bu “paralel yapı” denilen  ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet’ini zaafa uğratmak, darbe vurmak ve ele geçirmek  isteyen, “ayrık ot”larının temizlenmesi milli bir ödevdir, görevdir,vazifedir.

Aksi takdirde; partilerimiz  iktidar hırsıyla, “kayıkçı kavgası”na girip, siyasilerimiz kişisel zaaf ve emellerini milli menfaatlerin önünde tutarlarsa, devletin selameti ve istikbali bu “paralel tehlikeyle” daha büyük boyutlarda sınanacaktır. Koalisyon görüşmelerinin başladığı bugünlerde tüm partilerin, siyasi karar vericilerimizin ve aklıselim milletimizin bu konuda mutlak  hassasiyet göstermesi elzemdir. Yoksa, her şey için çok geç kalınmış olacaktır.

Aksi takdirde; Tevfik Fikret’in Osmanlı İmparatorluğu’na atfen yazdığı Çınar şiirinde söylediği;

* * *

Hani bir gün seninle Topkapı’dan geliyorduk, yol üstü bir meydan bir çınar gördük:
Enli, boylu, vakûr
Bir ağaç; hiç eğilmemiş, mağrûr (gururlu, azametli)


* * *

Öyle serpilmiş, öyle yükselmiş,
Ki civarında kubbeler, damlar
Onu haşyetle(saygı dolu bir korkuyla) seyreder gibidir.


* * *

Fakat ayyûka (göğe) ser çeken(baş kaldıran), uzanan
Bu mehabetli (görkemli, yüce) gövde çırçıplak,
Ne yeşil bir filiz, ne bir yaprak…
Kuruyor; âh, pek yazık! Şu derin
Şerha (parçalanmış)  böğründe belki bir hain baltanın, bir gazaplı yıldırımın zehridir..
Söyle ey çınar, bağrın hangi odlarla(ateşlerle) yandı?
Hangi siyah kurt içinden kemirdi?
Hasta, tebâh (harap olmuş)… Seni kim şimdi bağlayıp saracak?
Kim şifalar verip de kurtaracak?

Söyle ey mustarip (ıstırap çeken) vatan, bildir;
Çektiğin hangi kanlı seyyiedir? (kötülük)..  
beyitlerini söylemek zorunda kalmayalım..
OGÜNhaber