Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek kanadını bir dervişin kırdığını söyler.
Hz. Süleyman dervişi hemen çağırtır ve ona sorar:
“Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?”
Derviş kendini şöyle savunur:
"Sultanım, kuşu avlamak istedim.
Önce kaçmadı, yaklaştım yine kaçmadı.
Teslim olacağını düşünüp atladım.
Yakalayacağım esnada kanadı kırıldı"
Hz.Süleyman:
"Bak, bu adam haklı, niye kaçmadın?
O sinsice yaklaşmamış, hakkını savunabilirdin.
Şimdi kolum kırıldı diye şikâyet ediyorsun"
Kuş kendini savunur :
"Onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım.
Avcı olsa hemen kaçardım.
Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, diye düşündüm”.
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister.
“Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder.
Ancak bu emre kuş itiraz eder:
“Efendim, sakın böyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır.
“Neden” diye sorar Hz. Süleyman.
Kuş sebebini şöyle açıklar:
“Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar.
“Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkarın.
Çıkarın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın…!”
Kıssadan hisse için bir şeyler yazacaktım.
Ama okuyan hisseyi hissesince alıyor ve çıkartıyor, zaten.
Hele de bu topraklarda…
Ne acıdır ve ne yazık;
Derviş kıyafetliler o kadar bol ki…
Şeyh Edebali, Geyikli Baba, Abdal Musa, Abdal Murad, Emir Sultan ve diğer dervişler,
Suya Seccade seren dervişler…
Mevlana tabiriyle; “Hırka altındaki Sultanlar”,
Cemel Ali Dede, Evhadüddin Kirmanî, Mevlana, Sadreddin Konevî, Hacı Mübarek Haydarî gibiler…
Bize hakkınızı helal eder misiniz, bilmiyorum ama haddimiz olmasa da özür özür, binlerce özür sizlerden…
Üzerinde derviş libasıyla, dilinde sizlerin sözleriyle kuşları ürküten, korkutan ve hatta kanadını bile kırmaktan imtina etmeyenlerden dolayı…
Başlarız hemen; Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye öğütlerini söylemeye…
Kitlelere nutuklar irad ederiz, sözlerinizle…
Yunus Emre deriz,
Mevlana şöyle demiş deriz…
Ama biz mahcubuz, çok mahcubuz…
Gerçi artık yüzümüz de kızarmaz oldu ve mahcubiyetin rengini bile unuttuk…
Suret-i, haktan görünüp Hakkın hatırından uzaklaştık.
Ve afili derviş libasları altına gizledik; giz’lerimizi, kirlerimizi, kirli sırlarımızı…
Vicdanımız sukütta,
Kalplerimiz simsiyah…
Ruhumuz şeytanla işbirlikçi,
Beynimiz desise dolu…
Ama üzerimizde derviş libası var…
Bu haldeyken bile giyiyoruz “derviş libasını” utanmazca…
Özür sizlerden, binlerce özür…
***
Mehmet Akif der ki; Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın…
Allah bu millete, devlete bir daha 15 Temmuz’lar yaşatmasın.
Darbe Girişiminde bulunan derviş kıyafetlileri kahretsin. Her kim ki; derviş kıyafeti giyip münafıkça bu milletin evlatlarına zulüm ederse Allah onları Kahhar-ı Zulcelal ismi mucibince kahretsin.
Sözüm dünkü derviş kılıklılaradır,
Dünkülerin yerini almaya çalışanlaradır,
Derviş kıyafeti giyip aldatmaya çalışan/çalışacak herkesedir…