Çökmek…
Anlamı ise;
1. Bulunduğu düzeyden aşağı inmek, çukurlaşmak,
Toprak çökmesi, Yol çökmesi, gibi…
2. Üzerinde bulunduğu yere yıkılmak,
Tavanın çökmesi, Evin çökmesi, gibi…
Mecaz anlamları da var;
Adam açlıktan çökmüş (yıpranmak),
Karanlık çöktü (bastırmak-yoğunlaşmak),
Ekonomi çöktü (dibe vurmak-batmak),
Ruhuna vatan kaygısı çöktü (Yoğun bir şekilde duymak-duyumsamak),
Bir devlet-Sistem-Rejim çöktü (yıkılıp dağılmak), şeklinde de kullanılır.
Ama şimdi, başka bir kullanım alanı ve anlamı öne çıktı.
Bu şekilde kullanılıyor olmak, belki kelimeyi bile rahatsız edip, "keşke hiç olmasaydım. Ahhh, ben TDK'dan kovulaydım…" bile dedirtiyordur.
Mesela;
"Bu Hotel var ya, bu hotel; şimdiki sahipleri buraya çöktü. Hatta, bir önceki de çökerek elde etmişti; bunlar da ona çöktü. Hem de, devletin tankıyla çöktü…
Bu alana otopark mafyası çöktü,
Kamu arazisine çöktüler,
Adamın gece kulübüne, göz göre göre çöktüler arkadaş…" gibi gibi, anlatımların vazgeçilmez kelimesi, "çökmek"!..
Yani zorla, tehditle ve korkutarak ele geçirmek,
Yani, haksız edinmek,
Yani, işlem kanuni olsa da eylemin gayrimeşru olması,
Yani, "ben yaptım oldu"culuk…
Kelimenin bu anlamda kullanımı, aslında, çok da itici-irrite edici...
Hatta bu eylemi gerçekleştirenlerin bile kullanmaktan imtina ettikleri bir kelime ve söyleyiş…
Ama bu sıralar, sıkça duyduğumuz bir kavram-kelime, maalesef.
Galiba, bunda da Sedat Peker'in payı büyük.
"Ulan adamın oteline çökmediniz mi,
Adamın parasına çökmediniz mi,
Filanca şirkete çökmediniz mi…" gibi ifadelerle, "çökmeyi" ana konu ve gündem yaptı.
Çökücülerin-çökenlerin savunmasıysa bir garip;
"Kardeşim gayrı kanuni olan bir şey yok,
Ben devletine sadık, vergisini ödeyen bir vatandaşım.
İnanmıyorsanız bakın; en "muteber-popüler ve yetkili" kişilerle fotoğraflarım var.
Daha da olmazsa, işlemi inceleyin; her şey kanunlarımıza uygun."
İşte en vahim ve hatta facia olansa bu;
Yani, kanunileştirilen kanunsuzluk,
Legalize gömlek giydirilen gayrımeşruluk…
Hele de, "kanunî" konumdaki bazı kamu görevlilerinin, kanunsuza kanun hizmeti vermesi,
Ve hatta, bazı yasa yapıcıların bile yasalsızlarla-yasaklılarla alacakaranlıklarda iş tutması!..
Bir nevi, "cürüm ortaklığı" içine girilmesi!..
Hal böyle olunca, karşımıza iki unsur daha çıkıyor.
Çökmenin, yani gaspın, yani haksız ele geçirmenin diğer iki ayağı.
Çünkü "bir şeye çökmek" çoklaşmışsa, neredeyse sıradanlaşmışsa ve hatta kapsamı genişlemişse; karşımızda üçlü bir sacayağı sistemi var demektir.
Bunlar, "Siyaset-Mafya-Hukuk sistemi"
İşte bu an,
Asla bir araya gelmemesi gereken ve idealitede gelemeyeceği düşünülen "Muhteşem Üçlü'nün" bir araya geldiği an; "çökmenin" en payidar anıdır.
Bu ise,
Yani, gündem "çökmek" ise,
Yani, "çökmek" pirim yapıyorsa,
"Çökerek" büyünüyorsa,
Yani, siyasetle mafya iç içe ve kanunlar engel olmak yerine, çökmeye destek ise;
Çökerek yükselenler ve çökeni yükseltenler eliyle, "çöküşteyiz" demektir.
Yani, "çökme" artmışsa, sistem "çöküşte" demektir.
İtalya-Türkiye-Temiz Eller-Savcı Di Pietro ve Sedat Peker
Yaklaşık 30 yıl önce,
1992'de İtalya'da bir operasyon başladı.
Moda tabirle; "40 yaş altı bilmeyebilir" diyerek şöyle söyleyeyim;
Siyaseti-Mafyayı-İşadamları-Bürokratları kapsayan ve adına "Temiz Eller" denen bir operasyon.
Süreç, İtalyan güvenlik teşkilatının yürüttüğü "Mike-Papa" operasyonuyla başladı ve Antonio Di Pietro isimli savcının yürüttüğü yargılamalarla devam etti.
Yani "Emniyet ve Yargı" eliyle icra edildi.
Ki, olması gereken de böyle zaten…
Yaşadıklarımızı görünce, bir İtalya'ya bir de kendimize bakıyor ve gülümsemeye başlıyorum; ağlanacak halimize…
Hep mi, tersine tersine deriz ve gideriz, arkadaş yahu…
Bir şey yapması gerekenler hiç bir şey yapmıyor,
Hiç yapmayacak birisi, hiç yapmayacağı bir şeyi yapıyor,
Ve "Temiz Eller"in işaret fişeğini ateşleyip; "Temiz Toplum" hedeflemesi dillendiriyor.
Birileri ise;
Bir şeyleri yapması gereken birileri, hem de...
"Bir pisliğe/müptezele mi itibar edip inanıyorsunuz" diyor.
Velev ki, o adam öyle birisi,
Velev ki, müptezel,
Ve velev ki, pislik…
Ama arkadaş; adamın söyledikleri de yenilir yutulur cinsten, aslı astarı olmayan iddialar değil ki…
Nasrettin Hoca'nın deyişiyle; "hırsızın hiç mi suçu yok", yahu!..
Türkiye nasıl bir ülkedir?..
"Türkiye "Kabile" devleti değildir,
Türkiye "Muz Cumhuriyeti" değildir,
Türkiye "Rasgele" bir ülke değildir…"
Ben demiyorum,
Bunlar genelde devletlülerin, özellikle harice karşı kurdukları cümleler…
Merak ediyorum doğrusu…
Bu benzetmeleri yapma ihtiyacını neden hissediyoruz?..
Kıyas için bile olsa; "eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek" olmuyor mu, bu yan yana getiriş!..
Bir yaramız mı var ki; hep böyle bir kıyastayız!..
Yoksa, bilinçaltımız bize ihanet mi ediyor!..
Halil Cibran der ki:
Eğer ağzın yemekle doluysa; nasıl şarkı söyleyebilirsin?..
Ve eğer, elin altınla yüklüyse; şükretmek için nasıl kaldırabilirsin?..