Sen utanır, elini çekmeye çalışır, kızarır bozarırsın.
Ama o utanmaz bundan.
Çünkü menfaati vardır.
Çünkü niteliksiz ama muhteristir.
O’na göre, “el öpmeyle ağız kirlenmez”.
Bir hedefi vardır,
Ve, hedefe ulaştıran her yol mübah ve mümkündür.
İçten içe ve kendi kendine; “söver, zemmeder ve hele bir isteğimi elde edeyim, siz görün” der.
Çaycı Hüseyin vardı; “Çaylarrrr” diye gürleyerek gelirdi.
Bir de, yancısı Şükrü.
Her konuyu bilirler,
Her işe atılırlar,
Hiç bilmiyoruz demezlerdi.
Kendileriyle uzaktan yakından alakası olmayan ama para kazanacakları bir sektörden bahsedilir; “O iş bizden sorulur Hüseyin abiiii” derdi, Şükrü.
Hani vardır ya…
İş arıyordur,
Sorarsın; ne iş yaparsın.
Fark yapmaz, ne iş olsa yaparım, der.
Daha ilk günden, ilk tanıştığı andan itibaren eğilen, el öpen veya öpmek için reverans yapan kişinin en tebarüz özelliği; liyakatsiz, ehliyetsiz ve kişiliksizlik olabilme becerisidir (!)
Vallahi de billahi de külliyen yalandır bunların hürmetleri, abartılı saygı ve sevgileri, el öpme çabaları.
Riyadır, menfaattir, omurgasızlıktır bunların en temel dürtüleri.
İnanmayın, itibar etmeyin, bunlara aman vermeyin.
Bunlar daha önce başkasının elini öpüyor veya öpmek için eğiliyorlardı.
Beklentisi veya düşündüğü menfaati elde edemediği anda ilk diklenen, karalayan, kötüleyen ve kaçan yine bunlar olacaktır.
Çünkü onun kıblesi menfaatidir, paradır, makamdır ve eline ne geçtiğidir.
Çünkü yalakalık ve menfaatperestliğin sınırı, haddi, otoritesi, açısı yoktur.
Bunlar 360 derecelik açıyla hareket edebilirler.
En tehlikeli boyutu ise, bunların itibar görmeye başlamasıdır.
İşte o zaman, asıl felaket çanlarının sesi duyulur.
Ama hoşa gider,
Nefsi okşar,
Gururu pohpohlar.
Sonra, diğer leblebi karakterler cesaretlenir.
Filanca kişi böyle böyle yaptı, şunu şunu elde etti, gibicesinden şehir efsaneleri dolaşıma girer.
Sonra bir bakmışız ki; müdanasız, minnetsiz, liyakat ve ehliyetini, karakteriyle bir yerlere gelmeyi tercih edenler taca çıkıyor.
Yolun başında cesaret, onur ve haysiyetle sefere çıkanların yerini bu “özelliksizler” almaya başlıyor.
Ve geldiğimiz noktada sayıları öyle artmıştır ki; hakedenler haksız, bunlar ise “en lüzumlu” olmuşlardır.
Ne demektir bu biliyor musunuz..?
Kaht-ı Rical başlamıştır.
Yani adamı kıtlığı, adam yokluğu sürecine girilmiştir.
Çünkü “adam gibi adam”lar, liyakat ve ehliyet sahipleri muhtemel belden aşağı vuruşları öngörürler.
Bu yüzden haysiyetsiz muktedir olmaktansa, “onurlu görevsizlik ve pasifize” olmayı tercih ederler.
Çünkü bu adam gibi adamlar hiçbir zaman, “ne iş olsa yaparız abi” diyerek her makama saldırmazlar.
Çünkü bu adam gibi adamlar, işini onuru bilir, temsil ettikleri makama haysiyet gözüyle bakar ve itibarlarını herşeyden öte tutarlar.
Onlar için itibar para değildir,
Başkalarının sırtına basarak oturacakları koltuk değildir,
Ve, yalakalık, el etek öpmek hiç değildir.
Ama artık “taşlar bağlanmış, köpekler serbest” ise; bu “adam gibi adamlar” gündemden düşerler.
Sonra ise başlar yakınmalar; “yok arkadaş yok. önemli görevlere getirecek adam yok” diye.
Ama lütfen; yakınmaya, serzenişe hak yok.
Çünkü akıl, fikir, feraset ve basiretle hareket etmek en büyük vecibedir.
Ki bu sayede; “yeter ki o göreve geleyim, adamınız olurum abi” diyen değil, görevini layıkıyla yapanlar gelir.
Yoksa yoksa yoksa…
Yoksa yok.
Yokluksa bitiş.
Bitişse mukadderdir.
Tarih hep tekerrür eder.
Ayaklar baş, başlar kaybolur.
Çünkü artık bu “adam gibi adamlar” görür ki;
“Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Bilir misin kötüler kadı olmuş Yemen’e”
Allah bizleri “Çaycı Hüseyin ve Şükrü”lerin şerrinden korusun...