Bir "Dava"dır gidiyor…
Birileri "Dava" sahibi,
"Dava" adamı,
"Dava"ya adanmış…
Birileri ise "Dava"sız,
"Dava” disiplinini bozan,
"Dava"ya ihanet eden; hain…
Neye ve kime göre, peki…
"En Davacı" ile bir "dava"sı bile olmamanın, "dava" disiplinini bozmanın, "ihanet"in ölçütü ne…
"Davaölçer" kim, "Davametre" kimin elinde…
Dava, dava ama neyin davası bu, arkadaş…
Kimin davası..!
Bana ilginç geliyor; bazı şeyler, yaşananlar, söylenenler…
Şaşkınım doğrusu.
"Dava" mı cüceleşti yoksa cüceler mi "dava"cılaştı…
Yoksa, çok "dava" demekle, daha mı çok "dava"cı olunuyor…
Yoksa mahkemedeki "dava" ile, idealite ve ülküsel "dava" birbirine mi karıştı..?
Yoksa yoksa;
"Dava"dan uzaklaştıkça "daha mı çok "dava" denmeye başlanıyor…
Cehaletim mazur görülsün,
Galibe ben anlamıyor, görmüyor, bilmiyorum…
Çünkü garip geliyor bana, garip…
Sanki;
"-Ne veriim abime…
-Ne vereceksin bize…
-Hımmmm…
-Ortaya karışık bir "dava" vereyim, abime…" gibi mi oldu, acaba…
Tüm bunları düşünürken "dava sembolü" olarak dilden düşürülmeyen Necip Fazıl'ın Sakarya şiiri aklıma geldi.
Bugünkü "dava" ve "dava"cıların kastıyla Necip Fazıl'ın dile getirdiği "dava" olgusuna bakmak istedim.
Eyvah, eyvah, Sakarya'm; sana mı düştü bu "yük".?
Bu "dâva" hor, bu "dâva" öksüz, bu "dâva" büyük..!
Ne ağır “imtihandır”, başındaki Sakarya..!
Binbir başlı “kartalı”, nasıl taşır kanarya.?
İnsandır sanıyordum “mukaddes yük”e hamal.
Hamallık ki; sonunda ne “rütbe var, ne de mal”…
Yalnız “acı bir lokma”, zehirle pişmiş aştan;
Ve “ayrılık”; anneden, vatandan, arkadaştan..!
“İnsan üç beş damla kan”, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, “hayata kurmuş pusu”...
Geldi “ölümlü yalan”, gitti “ölümsüz gerçek”;
Siz, “hayat süren leşler”; sizi kim diriltecek?
“Akrebin” kıskacında yoğurmuş bizi “kader”;
Aldırma; “böyle gelmiş, bu dünya böyle gider..!”