Ak Parti Yerel Seçim sonuçlarını irdelemiş,
İncelemiş,
Özeleştiri yapmış,
İnce elemiş sık dokumuş,
Uzman görüşlere başvurmuş,
Yetkili kurullarca istişareler zinciri oluşturmuş,
Nihayet bir sonuca ulaşmış…
Ve gelenek olduğu üzre Kızılcahamam Kampı sonrası tespitlerini paylaşmış.
Neymiş?
—Asla değişme ama mutlaka değiştir!
—Asla yumuşama ama mutlaka yumuşat!
—Yumruğunu aç, elini uzat, tokalaşıp uzlaşır gibi yap ama asla uzlaşma ve bir adım dahi atma!
—İkna edemiyorsan kafa karıştır ve böl-parçala-yut!
—Galiptir bu yolda mağlup olanlar…
*************
Anayasa
Bir devlette her şeyin kaynağı ve referansı olan,
Varlığı, olmazsa olmaz mesabesinde hayatiyet içeren,
Kamu yönetiminde en tepeden en tırnağa; herkesin uyacağı, riayet edeceği ve başvuracağı bir başucu kitabı…
Fakat bizim Anayasa’mızın başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi.
Her türlü kötülüğün kaynağı imiş gibi…
Mübarek, Anayasa değil de sanki temcit pilavı,
Hep gündemde ve sıklıkla gündemsel sıkışıklığın örtülmesinde brandası rolünde…
Ama “değiştirilmesi/yenilenmesi gereken bir meczub” muamelesiyle…
Mesela diyorsun ki:
—Ekonomi çok kötü!
Anayasa’nın değişmesi lazım.
—Hukuk sisteminde adalet yok!
Anayasa’nın değişmesi lazım.
—Yahu! Var olan Anayasa’nın hiç iyi bir yanı yok mu?
Anayasa’nın değişmesi lazım. Babayasa gerekli…
—Bre Arkadaş!
Bayram yaklaşıyor,
Kurban kesmek istiyorum ama sığırlar çok pahalı!
Anayasa’nın değişmesi lazım…
Sadece bu kadar mı?
Hayır tabi ki.
Trajikomik şeyler de yaşanıyor.
Soru:
Normalde/normal devletlerde Anayasa’ya aykırı pratik ve yetki kullanımları olursa ne olur?
Cevap: Aykırılıklar Anayasa’ya uygun hale getirilir.
Peki, Türkiye’de?
Hemen Anayasa tartışması başlar,
Anayasa Değişikliği/Yeni Anayasa istenir veya Anayasa’nın eyleme uygun hale getirilmesi konuşulur!
Tıpkı, masaya uzak kalan Temel’in, sandalyesini değil de masayı kendine doğru çekmesi gibi…
Acaba diyorum,
Anayasa, Anayasa olalı hiç böyle işkence görmüş müdür!..
************
Buğday Fiyatları açıklandı.
Ne oran var ne de orantı…
Geçen yıla göre artış yüzde 12…
Enflasyon kaç?
Yüzde 75…
Yani, buğday fiyatlarındaki artış, enflasyonun altıda biri…
Bu tutarsızlık, dengesizlik ve oransızlık “Entel Köy Efe Köy’e Karşı” filminden heykel sahnesini aklıma getirdi.
Uyarlarsak:
“İstersen kusura bak arkadaş emme; ne oran var ne de orantı,
Enflasyon yüzde 75, buğdaydaki artış yüzde 12
Geçmişini severim verdiğiniz fiyatın!
Bir de Bakan olacaksın; saçından sakalından utan be!..”
***********
Erdoğan Görüşüyor…
Önce Özgür Özel’le görüştü,
Şimdi Akşener…
Peki, sıradaki kim?
Abdullah Gül mü, Babacan mı, Davutoğlu mu,
Junior Erbakan mı…
Yoksa İmamoğlu veya Mansur Yavaş mı…
Yahut da Ahmet Türk mü, Temel Karamollaoğlu mu,
Kılıçdaroğlu mu, Baykal’ın Kızı mı…
Görüşün Efendiler görüşün!
Bu han-ı siyaset sizin!
Rüzgarları estirin, yelkenleri şişirin, geminizi yüzdürün.
Nasılsa, gemisini kurtaran kaptan!
Nam sizin, şan sizin, şeref sizin!
Dehre sultan sizsiniz!
Millet mi?
“Ayağını çarık sıksın
Gönlü huzur bulmasın...
Vur sopayı al haracı
Karnı bile doymasın!..”
Kimin umurunda….
*************
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu ve Akşener
Dervişoğlu bir televizyon kanalında,
Sakince imiş gibi anlatıyor:
“Sayın Akşener’in görüşmesini sosyal medyadan öğrendim,
Ama Erdoğan’la yaptığı görüşmeden sonra beni aradı...”
Ama “yüze vurur bitanesi…” misali, şaşkınlığı ve kızgınlığı öyle belli oluyordu ki…
Bu arada,
“Görüşmeyi sosyal medyadan öğrendim” demesi, bende başka şeyler çağrıştırdı ama neyse; hatırlama denen ve kimi zaman başa bela olan laneti tokatlayıp, susturayım en iyisi!...
Hayali bir simülasyon yapsak,
Erdoğan görüşmesi öncesi Akşener ile Dervişoğlu konuşmuş olsa,
Aralarında şöyle bir diyalog geçmiş olabilir mi ki:
—Müsavat! Kırgınım sana!
Seni işaret ettim ve başkan seçtirdim.
Ama sen ne yaptın!
Nefret ettiğim ve görevden aldığım il başkanını geldiğin an hemen geri atadın!
Ah Müsavat ah; çok vefasızsın!
—Hanımefendi!
Pardon Abla!
Benim dünümü de bugünümü de iyi bilirsin.
Seni hiç kırmak ister miyim!
Sana rağmen bir şey yapar mıyım; istirham ediyorum!
—Müsavat!
Siyasal demagoji yapıyorsun; bana da mı yahu!
Ben halk değilim; bari bana yapma!
Beni kırdığın için kızgınlıktan telefonumu kırdım!
Yenisini bile aldıramadım; çok pahalı idi,
Bir telefon yahu, bir telefon; araba değil ki,
Bu ne ya; nerdeyse yüz bin lira!..
Neyse,
Bir türlü sakinleşemedim; kendimi alışverişe vurdum.
Yine olmadı; gittim saç rengimi değiştirdim.
—Meral Hanım!
Canım Ablam! “Hür ve Bağımsız” davranalım diye sen dedin!
Çelik-çomak oynamıyoruz; siyaset yapıyoruz.
Benim de bir karizmam var; emanetçi gibi görünmek bana yakışmaz!
Bunu sen de biliyorsun; konuşmuştuk!
Yahu,
Sen böyle değildin,
Partiyi değiştirememiştin ama sen değişmişsin,
Duygusallaşmış, buluttan nem kapar hale gelmişsin!
—Anlamıyorsun Müsavat, anlamıyorsun!
Konuşunca, bir ihtimal sakinleşirim dedim ama daha da kızdırıyorsun!
Sen kimsin ya! Kimsin!
Erdoğan’a gideceğim; “Devletime yeni hizmetlere varım” diyeceğim.
Hatta geçen gün attığı mesajda söylediği Başkan Yardımcılığı teklifini kabul edeceğim.
O zaman isterim bu dilleri…
—Lütfen Hanımefendi!
Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu sizin!
Ben size ulaşamazken; maşallah, birileri ulaşmış; aşı bile pişirmiş!
Bence, sen Ajda Pekkan’a git,
Daha deneyimlidir; onunla konuş,
Taktik al, botoks yaptır,
Daha iyi gelir, kendini iyi hissettirir,
Hem, Erdoğan’la görüşmekten daha yeğdir!
—Bana ne, bana ne…
Erdoğan’a gideceğim işte…
Ajda’ya da asla gitmem; ona kızgınım zaten!
Genel Başkanlıktan düştüm; bir geçmiş olsun bile demedi.
Ama Erdoğan öyle mi; hemen aradı, sordu,
“Bana sövmüş olsan da, kem sözler etmiş olsan da, defalarca tövbeni bozsan da,
Bu kapı sana açık; gel!
Tamam,
Tarih yazamadın, tarih oldun ama ben seni karakalemle çalakalem tarihe yazdıracağım” dedi.
— Vay vay vay!..
Neler olmuş neler;
Partin olamadı ama sen, Sapanca’da müstakil çiftlik evinde “Hür ve Müstakil” olmuşsun zaten.
Amacın üzüm yemek değil; sapanla kuş avlamak!
Tamam Hanımefendi, Tamam!
Tabi ki istediğine gidersin,
Ama zaten bitiksin,
Erdoğan’a gidersen daha bir biteceksin!
Siyasal kredini takibe düşüreceksin!
Yine de sen bilirsin!
Artık sözün bittiği an!
Müsadenizle,
Kapatıyorum ve telefon görüşmemizi bitiriyorum.…
—Bana bak Müsavat!
Ben bitti demeden bitmez!
Müsaade etmiyorum; kapatamazsın!
(Telefon kapanıyor ama Meral Hanım kendi kendine konuşmaya devam ediyor)
Esma Esmaaaaa!
(Ama Esma’dan ses yok)
Nerde bu Özel Kalem Müdürüm ya!
O da mı terk etti gitti yoksa…
Vefasızlar, utanmazlar,
İYİ Parti’nin kötülerisiniz,
Sayemde bir yerlere geldiniz,
Şimdiyse nankörlük içindesiniz!
Oğlum! Fatihhh!
Telefonunu getir çabuk bana!
Ya Fatih! Alahaşkına yapma oğlum!
Zaten canım sıkkın, bir de sen mız mız etme; biliyorsun ki benimki kırıldı!
(Oğlunun telefonundan basar tuşlara)
Alo,
Merhaba Hasan Bey!
Daha önce konuştuğumuz şu randevu vardı ya,
Tayyip Bey’le olan randevu; onun gün ve saatini netleştirelim diye aradım…
************
Günün Sözü
Erdoğan:
“…Sırf seçim kazanmak uğruna milletimize yalan söyleme, meydanlarda bol keseden vaat dağıtma gibi yollara başvurmadık.
Biz, kendi çıkarımıza uygun olanı değil, Türkiye ve Türk ekonomisi için en doğru olanı yapmanın peşindeyiz.
Biz, siyasi olarak etik dışı olan yolların hiçbirine tevessül etmedik.
İnsanımıza karşı daima dürüst olduk.
Tutamayacağımız sözü vermedik...”
……………………………………..!
😊
Neden mi bir şey demedim?
Bir hemşerim şöyle bir şey anlatmıştı:
“Tarlamızdan yol geçmişti,
Verilen kamulaştırma bedeli çok düşük idi.
Komşu tarla sahipleri mahkemeye başvurdular ve neredeyse iki kat fazla bedel aldılar.
Babama gittim,
Durum böyle böyle ve biz de dava açacağız dedim.
Genelde sakin bir yapısı olan ve kolay kolay kızmayan babam bir anda öyle bir sinirlendi ve dedi ki:
Ulan! Bana bak!
Dava-mava açmıyorsunuz!
Devlet ne söylediyse odur!
Koskoca devlet yalan mı söyleyecek! Bizi mi kandıracak!”