Bir CHP ve üç tarz-ı siyaset

CHP’de üç kesim var.
—İktidar olmak isteyenler,
—Muhalefet etmeyi meslek edinenler,
—Hem iktidar olmak isteyen hem de geleneksel muhalefetten vazgeçemeyenler
Birinci kategoride Özgür Özel/Ekrem İmamoğlu/Mansur Yavaş ve pit ekibi yer alıyor.
Fiili siyasetin gereğini yapıyorlar,
Ve iktidar olabilmek için CHP harici her kesimden yüzde 15-20 civarı oy alınması gereğini ve gerçeğini görüp ona göre siyaset yapıyorlar.
İkinci kategoridekilerin kerameti kendinden menkul.
Zaman zaman, kendi kendine bile muhalefet edenler bunlar!
Onlara göre, her kayd-u şart altında iktidar yanlıştır, hep yanlış yapar ve asla doğru bir şey yapamaz.
Hatta kendileri gibi düşünmeyenler,
Bağırtıyla eleştirmeyenler,
Seçimi kazanan başkanlar ve Özgür Özel bile pasiftir, yanlıştır, eleştiriye müstehaktır!
Üçüncü kategoridekiler ise ayranım dökülmesin havasında…
Tamam, iktidarı isteyelim ve hatta olabilirsek de olalım,
ama muhalif duruş ve pozisyonumuza ne olacak?”
kaygısındalar…
Tamam, başta AKP olmak üzere diğer partilerden de oy alalım ama eleştiri konforumuza ve bizi CHP yapan çekirdek azınlık ayrıcalığımıza halel gelmemeli” endişesindeler…
Zor zor; Özgür Özel’in işi çok zor!
Her şey değişiyor, herkes değişiyor,
MHP ve Bahçeli bile değişiyor,
Ama CHP’nin müzminleri değişmiyor ve muhalefet etmenin değil de muhalif görünmenin dayanılmaz cazibesinden bir türlü kurtulamıyorlar!

***********

Çözüm Kavramının Efsunu
Ne zaman bu kavram gündeme gelse bazı isimlere gün doğar.
Birilerine akîl ve akîle rolü çıkar.
İtilmiş-kakılmış DEM Parti eş başkanları devlet adamı, bilge siyasetçi ve sorumluluk sahibi aktöre dönüşüverir!
“İktidar, elini soksun; bizler gövdemizi koyarız.” gibi koca koca laflar gelir!
Sırrı Süreyya Önder’in edebî sözlerle bezenmiş “Bahçeli ve Erdoğana teşekkür ederim.” diye biten cümlesi barışın güvercini olup kanatlanır!
Efgan Ala’ya gün doğar,
Bülent Arınç’tan yorum gelmeden olmaz!
Demirtaş’tan “mahpushane mektupları” başlar,
Hak ettiği için ve şekilde, nisyana ve müebbete mahkum Öcalan’dan himmet beklenir,
Öcalan’a “Peacemaker/barış yapıcı” rolü atfedilir!
Kürt siyasetin ağır abisi Ahmet Türk “…hele bir durun! Acele etmeyin!” diye sabır tavsiye eder.
Orhan Miroğlu, Mehmet Metiner, Galip Ensarioğlu “…tam bize göre bir puslu hava…” diye içten içe gülümser.
Durun durun, unutmadım,
Başhukukçu, Başdanışman, Yeni Anayasacı Mehmet Uçum olmadan olur mu?..
Ekabir geriden gelir.
Herkes konuşur, eteğindekileri döker,
Assolist/Başsolist Mehmet Uçum sahne alır, noktayı koyar ve buyurur ki:
Türkiyede ne önceki uygulamaya benzer ne de yeni versiyonla bir çözüm süreci olmaz, olamaz”
Eyvallah Paşam!
Öyle diyorsan öyledir!
Tamam, neyin olmayacağını söyledin,
Baş göz üstüne…
Ama ne ve neyin olabileceğini ne zaman lütfedeceksin veya bize bu lütfu bahşedecek misin…

***********

Yenidoğan Bebek Cinayetleri
Bu ülke çok çete gördü,
Çok zulüm gördü,
Çok zalimlik, çok hırsızlık, çok cinayet gördü ama böyle bir katliam gördü mü gerçekten bilmiyorum!
Ama bugün bunu da gördük, yaşadık ve şahadet ediyoruz!
Yaşanan onlarca olay sonrası her defasında “Sözün bittiği noktadayız” dedik!
Ama sadece dedik,
Demekle yetindik!
Ama birileri yetinmedi, biz yetindikçe cesaretlendi!
Adeta, beterin beteri neymiş göstermeye azmetmişti!
Ve buyurun işte. Bugünlere gelindi, bebekler katledildi!
Geçen gün ambulans gelememiş,
İlk yardım ekibi yetişememiş,
Ve metrobüste bir doğum vakası gerçekleşmişti.
Acaba,
Yenidoğan bebek cinayetlerini gören o aile,
“İyi ki hastaneye yetişemedik,
Ve bu sayede bebeğimizi çetenin eline düşürmedik!”
diye seviniyor ve ambulansı geciktiren İstanbul trafiğine şükrediyor mudur ki?..

************

Kasım-1918
1. Dünya Savaşı kaybedilmiş,
İşgal söylentileri dolaşıyordu…
Uğursuz, ümitsiz ve karanlık zamanlardı.
İttihatçı liderler ise birer birer ülkeyi terk etmekle meşguldüler!
Bunu gören Refik Halit Karay ise “Efendiler Nereye!” başlıklı yazısını şöyle bitiriyordu:
Aşkolsun! At da size yaraşır, meydan da…
Bizde bu ölü kan, sizde o yaman surat olduktan sonra bir gün olur yine gelirsiniz.
Eteklerinizi öptürüp ciğerlerimizi söndürürsünüz.
Biz size:
Kırk katır mı, kırk satır mı?” diye soramadık; yarın sizin bize:
—“Ö
lümlerden ölüm beğen!” demek artık hakkınızdır.
Lâyıkımız olan paşalar! Topumuzun kafasını bir kılıçta çıkarmadan nereye?

Tam 105 yıl önceki tablo bu…
Kıyasla bugünle…
—Fark göremiyorum; ya sen?
—Bir fark görüyorum ben.
Bir asır önce Refik Halit bu sözleri, bırakıp gidenlere söylemişti.
Süreç çok benziyor ama bugün giden-miden yok!
“Ölümlerden ölüm beğen!” demeleri için gelmelerine de gerek yok!
Çünkü biz,
Biçilen kefene de,
Kefensiz ölüme de,
Etek öpmeye de,
Fakr-u zarurete de,
Celladına aşık mahkum gibi dünden gönüllüyüz!
Tecrübesiz Vatandaşlık kanımızda dolaşırken,
Ve ölü toprağı üzerimize serpilmişken,
Neden gitsinler ki?..

OGÜNhaber