Kastamonu'dayız.
Kurşunluhan'da yuvarlak masa etrafındayız.
Sağolsun Cengiz Abi…
Kurşunluhan derken de, görmeyen mutlaka görsün.
600 yıllık geçmişiyle Avrupa'nın en eski oteli olmaya namzet…
Masada herkes var.
Gençliğin dinamizmi, olgunluğun deneyim ve aklı…
Her telden, her türden sohbet.
Candan, sıcacık ve "en dostane"sinden...
Vakit su gibi akıyor.
Alaylı-mektepli, yaşla-başı birleştirmiş dosta yöneliyorum.
Hemen 60-70'li yaşlar aklınıza gelmesin.
Daha ellisinde…
Ama görmüş geçirmiş birisi.
Farkettirmek istemese de buruk, kırgın ve biraz da sitemkar.
Başarılı olduğu için pasifize edilerek "ödüllendirilmiş", çünkü.
İyi tanıdığı bir siyasi liderimizin, kendimce anlam veremediğim tavır ve davranışlarının nedenini soruyorum.
Malum Zat-ı Muhterem'le yaşadığı bir anekdot eşliğinde cevaplıyor.
"Sabır, sabır, sabır…
Benim sabrım, karşımdakini çıldırtır…" dedi, diyor.
Adeta "anladın sen onu…" dercesine bakıyor ve bazen "için kan ağlar ama bir şey yokmuş gibi davranırsın" diye tamamlıyor.
Sonra, yaşanan ve yaşanmaya devam eden bazı süreçler gözümden film şeridi gibi geçti..
Aslında dostumuz, kendisine dair "başarının cezalandırılması" kararına da, "sabır" muvacehesinde bakmaya çalışıyor ama "fıtrat" işte…
Bazen yaşadıklarından, bildiklerinden, gördüklerinden dolayı dayanamıyor.
"Sussan olmuyor, susmasan olmaz
Dil dursa hakim bey, tende can durmaz.." şarkısını, etvarıyla mırıldanmaktan kendini alamıyor.
Göreceğiz bakalım…
Yaşayıp göreceğiz.
Görüp düşüneceğiz,
Düşünüp dostun sözlerini hatırlayacağız.
Artık "sabır taşı mı çatlar" yoksa "sabır karşısında, karşıdaki mi çatlar", anlayacağız…