​Algı operasyonları

Bu sözün pratiğini son zamanlarda maalesef fazlasıyla görmekteyiz. Günümüzde, gerçekte olmayan ama varmış gibi sanılması istenen bu duruma “algı” denir. Öyle bir hale geldik ki; sevmediğimiz kişi, durum, kurum  veya olayları, oluşturduğumuz “sanal haberler” ve oluşturulan yalan “algı”larla köpürterek sunma dönemi yaşamaktayız.

Bilişimin geldiği son noktanın  silah gibi kullanılmasının bizi getirdiği son kerte budur. Yazılı görsel medya dediğimiz gazete  ve TV’ler, sosyal medya denilen  facebook, twitter vb. gibi sınırsızca saldırının gerçekleştirilebildiği ve hele de; vicdandan, insanlıktan yoksun, ruhu ihanetle kirlenmiş  kişiliklerin saldırı silahı haline gelmiş argümanlardır. Bu  iletişim araçları ülkemizde kahpece  yapılan “itibarsızlaştırma” veya “ sahte kahraman türetme” platformları olarak,  bu “algı operasyonlarının” en temel araç ve gereçleri haline gelmiştir.

Bu araç ve gereçlerle saldıranların kim  olduğu,  neden saldırdığı ve kimin değirmenine su taşımak için çalıştığı işin püf noktasıdır.  Bu noktada üç kategori  kendini göstermektedir.

Birincisi; “Gelişen Türkiye” düşmanlarıdır. Bu kesim, husumetlerini her imkanda ve fırsatta ortaya koyup, her alanda saldıran yabancı “komplo teorisyenleri” ve “toplum mühendisleri”dir. Ki bunlar zaten on yıllardan beri bu coğrafya’ya, ve Kadim Türk Devlet’lerine  tarihin her safhasında, konjonktürün imkanları boyutunda hep saldırmış ve sürekli düşmanlık içinde bulunmuş dışsal odaklardır. Bunlar için Abdulhamit de, Menderes de, Özal da ve günümüzde Erdoğan da aynı nitelikte düşmandır.

Çünkü bu  kişilikler  ülkelerinin bağımsızlığını ve büyümesini öncelemiş, “kendi kararlarını kendi alabilmekten yana olmuş”  “Onlar”ın dümen suyuna girmeye başkaldıran liderlerdir…

İkincisi; İçerdeki “hain”lerdir. Bunlar birinci şıkta yer alan “harici” düşmanların  maşası konumunda olup , kendi milletine, devletine, coğrafyasına ihanet içinde olan bu ülke vatandaşlarıdır. Bunlar da maalesef tarihin her safhasında var olagelmişler ve günümüzde de kişisel menfaat ve emelleri için, ekmeğini yiyip, suyunu içtikleri devletine ihanet etmekten geri durmamış, karakter ve kişilik yoksunu “hainler”dir. Kimi şirket, tv, gazete ve yazarlara bakılırsa bunların kimler olduğu hemen görülecektir. Bu kesim,  kendisini Necip Fazıl’ın şu söyleminde  çok iyi görecektir; “ Bazı insanlar alçakgönüllüdür, Bazıları da alçak olmaya gönüllüdür”. Bu anlatım başka söze ve yoruma hiç  gerek bırakmıyor diye düşünüyorum.
 
Üçüncüsü ise;  ilk iki kısımdaki kişi ve kuruluşların oluşturdukları “algı operasyonları”yla gerçekleştirdikleri saldırıların asıl amacını görmeden, sadece söylenen, görülen ve “algı”latılmak istenen yalanlarla, “saf ve safiyane” şekilde hareket edip, bilmeden “ihanet çetelerinin” oluşturmak istedikleri, “gerçekte olmayan algı”larla kendi devlet ve yöneticilerine husumet ve  sui zan besleyen bir kesimdir.

Bu konuyla ilgili örnekler verecek olursak;  son birkaç yıldır yaşadığımız pek çok olay ve konu bu duruma çok güzel özet’lik teşkil edecektir.

Mesela; birkaç yıl önce Adana’da durdurulan MİT Tırlarıyla ilgili oluşturulmak istenen “algı”..

Amaç ne idi?

Türkiye’yi teröre ve özellikle de DEAŞ (işid) terörüne destek veren bir ülke gibi algılatmaktı. Orada Türkiye’nin amacı ne idi? Bayır Bucak Türkmenlerine, soydaşlarımıza  yardım edebilmekti.

Ama işin bu kısmı gölgede kaldı ve oluşturulmak istenen ve oluşturulan “algı” baskın geldi.

İkinci bir örnek ise günümüzden verelim.

Son bir iki gün içinde Kobani’ye saldıran DEAŞ’la ilgili..

Saldırı gerçekleşiyor ve yukarıda saydığımız iletişim  enstrümanlarıyla,  yine aynı mihrak ve Türkiye düşmanları “algı bombardımanına” başlıyor… “Kobani’ye saldıran DEAŞ militanları  Türkiye’den  geldiler” . Amaç yine aynı,  hedef yine aynı, saldıran “üst akıl” yine aynı… Türkiye’yi zorda bırakmak ve uluslar arası arenada terörle yan yana göstermek..

Ülkemizin diplomatik zeminde zorda kalması için bu yapılanların yanında, dahilde de benzeri şeyler aynı “organize aklın” organizasyonuyla devam ediyor.

Ne oluyor  peki…?

Önce “Gelişen Türkiye”nin izzet ve azametine uygun yapılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı gündeme alınıyor. Önce ABD’de  kin ve husumet kusan bir gazete başlıyor eleştirmeye, sonra İngiltere, Almanya, Fransa, İsrail  medyası..  Sonra ise içerdeki maşalar giriyor devreye..

Neden peki?

Çünkü onlar Kaplan bir Türkiye değil, kedi gibi bir Türkiye istiyor…

Kendileri  devletlerinin büyüklüğünü ve azametini  göstermek için, kamu  binalarını restore etmek amacıyla  üç-beş milyar dolar harcarlar, bunu da gururla anlatırlar, ama Türkiye yapamaz.  Çünkü; Sen “küçük ve peyk Türkiye” olursan onlar için en makbulsün, neyine senin ülkeni, ekonomik, kültürel ve kurumsal büyütmek… Neyine senin  böyle ihtişamını gösterecek “külliyeler” yapmak…

Cumhurbaşkanlı’ğıda iftar yemeği veriliyor. Bu defa “dahili hain”lik devreye giriyor ve “ 200 bin TL’lik masada, 300 bin TL’lik iftar yemeği yeniyor” diyor.

Sonra Cumhurbaşkanlı’ğından işin gerçeğine dair açıklama  geliyor;  bilgili, belgeli:  Masanın değeri beş altı bin lira, sandalyeler  ve çatal-bıçak-tabak vb. gibi aparatlar eski cumhurbaşkanları döneminden kalma ve yemeğin değeri de kişi başı 30 TL..

Bir başkası başlıyor söylemeye, bilmem neymiş, altın kaplamalı klozetmiş… Ve buna ne  acıdır ki;  bir muhalefet lideri de alet olabiliyor. Ne uğruna? Düşman diye kategorize ettiği Erdoğan’ı millet nezdinde yıpratmak, müttehem duruma düşürmek için..

Yahu kardeşim birazcık tarih okuyun, senin ecdadın donanması İnebahtı’da  yakıldığında; “Bu devlet öyle bir devlettir ki; cümle donanmanın direklerini altından, lengerlerini gümüşten, iplerini ibrişimden ve yelkenlerini atlastan yapmakta güçlük çekmez" der ve beş buçuk ay sonra tam iki yüz elli gemi, bütün teçhizatı, silahları ve cephanesiyle harbe hazır olarak, Kılıç Ali Paşa'nın kumandasında, 12 Haziran 1572 Perşembe günü Akdeniz'e açılır ve bir asır daha bu suları bir Osmanlı gölü halinde tutar.

Peki bu haberleri yapanlar aslında gerçeği bilmiyorlar mı acaba?

Biliyorlar biliyorlar,  bilmez olurlar mı, hem de çok iyi biliyorlar… hatta domuz gibi biliyorlar ve bu haberi yaparken de;  içindeki kin, husumet ve ülkesine garezi yüzünde  adi ve kalleşçe bir gülümsemeye dönüşüyor. “ben pisliği atayım, sen çalış temizlemeye” dercesine bir kahpelikle hareket edecek kadar, ne yaptığını iyi biliyor.

Ama amaç farklı… Amaç Ülkenin kurum ve kişiliklerini “itibarsızlaştırma” ve “kuşku uyandırma”, yani “at iftirayı, tutmazsa da izi kalır” mantık ve sinsi kalleşliği..

İhanet öyle bir dürtüdür ki;  “sahibinin köpekliğine alışmış bu hainler” bu güdülerini durduramıyorlar. Sahibine  sadık köpeklik bu olsa gerek; “hainlik”…. Çünkü başka kelime -inanın-  bulamıyorum bunları vasıflandırmak için..

Bu noktada yine Necip Fazıl’ın çok güzel bir sözünü hatırlatmak istiyorum; “Bizdeki muhalefet iktidarı düşürmek uğruna, Vatanı düşürmeye razıdırlar”

Ben yukarıda üç kategori olarak sınıflandırdığım kesimin ilk ikisine hiçbir şey söylemiyorum.  Çünkü onların ilki olan dışsal düşmanlar, yapması gerekeni yapıyorlar, çünkü onlar “Güçlenen Türkiye”yi asla istemezler. İkinci kategoridekiler,  yani bu ülke vatandaşı olup da harici düşmanların maşalığını yapanlar  bilerek ve ihanetin farkındalığı içinde “sahiplerince” verilmiş “hainlik”lerini ifa ediyorlar. Bunlara söylenecek tek şey var;  “hain iflah olmaz”, olmayacak da..

Benim asıl sözüm;  vatanını seven, milletine, milliyetine muhabbet besleyen ve ülkesi için her türlü fedakarlığı yapabilecek olan ama “saf ve safiyane” şekilde  şeytani emellerle ülkeye düşmanlık edenlerin  “algı operasyonuna” alet olan kesimedir.

Bu güzel ülkemin güzel insanlarına şunu hatırlatmak isterim. Atalar güzel söylemiş; “ hele şu toz duman bir dağılsın, bindiğin at mı eşek mi o zaman anlarsın”

Yeri gelmişken, harici ve dahili ihanet şebekelerinin emellerine ve faaliyetlerine dair oldukça ufuk açıcı ve hala ilk günkü gibi tazeliğini koruyor  olması hasebiyle  ülkemiz  insanlarına;  Atatürk’ün  “Gençliğe Hitap”ını yine ve yeniden okumalarını şiddetle  öneriyorum. Çünkü aynı mihraklar Atatürk’le ilgili bile; kitaplar, makaleler yazıp “överek yerme” densizliğini yaparak  aynı “itibar cellatlığını” göstermişlerdi.

Bu Vatan’ın güzel insanları:  hangi partiden olursanız olun, hangi siyasi fikre sahip olursanız olun ama unutmayın ki bu ülke tektir, bu ülke hepimizindir, bu ülke bizimdir. Başka ülkemiz yoktur.

Etrafımız ateş çemberi içindeyken, bu ateş kapanına bizi de sokmak isteyenlere bilmeyerek alet olmayalım.

Yaşadığımız, gördüğümüz, duyduğumuz bir olay ve olguyla ilgili; “aslında nedir, ne oldu” diye aklımızla, kalbimizle ve vatanseverliğimizle bakmadan hemen alet olmayalım. Çünkü “at izi it izine karışmış”  bir ortamda, “mayınlı bir zeminde” yürürken, dost yüzlü düşmanların “paralel, maskeli, ve bizdenmiş gibi” suretlerine aldanmayalım.

Birimizin sevdiğini başka birimiz sevmek zorunda değiliz. Birimizin siyasi fikrini başka birimiz benimsemek zorunda değiliz.  Birimizin güzel dediğine diğerimiz güzel, hoş demek zorunda değiliz.

Ama biz beraber yaşamak zorundayız, biz birbirimize tahammül etmek zorundayız, bizim bizden başka dostumuz yok…

Biz “harice” karşı tek yumruk olmak zorundayız ve “severiz sevdirmeyiz, döveriz dövdürmeyiz” demeye mecbur ve mahkumuz.

Çünkü; 

Bizim bizden başka dostumuz yoktur, ama düşmanımız çoktur.
OGÜNhaber