Gerçekten de 1 Kasım 2015 seçimleri tarihi bir seçim oldu. Sonuçlar anket firmaları, seçmenler, seçimin galip ve mağlup partileri açısından şaşırtıcılık yarattı. Tahminlerin ötesinde iniş ve çıkışların görüldüğü bir seçim dönemi yaşandı.
Seçimin galibi net bir şekilde Ak Parti olurken;mağluplar ise en başta HDP olmak üzere MHP ile CHP oldu. 7 Haziran seçimlerinin daha dumanı tüterken ve henüz beş ay bile geçmemişken yapılan bu seçimde oldukça farklı sonuçlar ortaya çıktı.
Peki beş ay içinde ne değişti de böylesi farklı bir sonuç ortaya çıktı? Asıl olanın bu değişimin analizi olduğunu düşünüyorum.
Şimdi “görünürde” hiçbir şey değişmemişken, ortaya çıkan bu seçim sonuçlarını irdelemek istiyorum:
Yolcuları halk olan bir “halk” otobüsü düşünün. İlk etapta halk, kaptana 7 Haziran’da bir uyarı yaptı; uyarı sonrasında da, 1 Kasımda sorumluluk ve yetkiyi yine asıl kaptana bıraktı.
Şimdi kaptanlık tam, yeni ve yenilemiş bir güven ve yetkiyle Ak Parti’de. Sorumluluk da, inisiyatif de, direksiyon da Ak Parti’de.
Bu seçim sonucuyla Halkımızın siyasilere ve siyasi partilere verdiği mesajlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz:
Halk,CHP’nin tüm vaatlerine rağmen, inandırıcılığını sorguladı ve sahici olmadığını düşündü.
Tutarsızlık istemediğini belirterek, söylem ve eylem birliğine bakıp ona göre karar vereceğini gösterdi.
Ülkenin kritik günlerinde terör ve teröristle iç içe olan HDP’ye mesafe koyamadığını da göz önünde bulundurarak, sürekli onu temize çıkartır söylemlerini de yok saymadı.
Erdoğan husumetiyle hareket ederken, gözünü hırs ve kin bürüdüğünü gördü ve bunu tasvip etmedi.
Sonuç olarak da mevcut oy oranıyla ana muhalefet partisi olarak görevine devam etmesinin en uygun olacağına kanaat getirdi.
MHP’ye gelince…
Halk, çok ciddi mesajlar verdi. Güttükleri negatif siyasetlerinekarşı olumsuz baktıklarını belirtti.
Ülkenin en kritik günlerinde, şehit haberleri bir bir gelirken; terörle çetin bir mücadele verilirken, elini taşın altına sokmaktan çekindiklerini gördü. Tüm bunların bir bedeli olmasını düşündü ve o bedeli de 1 Kasım günü ödetti.
İnisiyatif alma hususunda MHP ve Bahçeli’nin asla güven vermediğini gördükleri gibi bundan kaçtıklarını da gördü. Kaçarak siyaset yapana da yetki vermeyeceğini gösterdi.
Kısacası her şeye “hayır” demenin bedelini sandıkta “hayır” diyerek ödetti.
HDP’nin ise….
Samimi olmadığı gibi, yalancı ve sinsi olduğunu gördü.
Türkiye’lileşmek deyip, PKK’lılaştıklarını, samimiyet adı altında riyakarlık ettiklerini anladı.
Devletimize “katil” deme cüret ve alçaklığını gösterdiklerini unutmadı.
Demokrasi demokrasi deyip “silahlı demokrasi” yaptıklarını, devlete karşı güttükleri düşmanlığı, demokratik tüm imkanları teröre katkı sağlama derecesinde kullandıklarını göz ardı etmedi.
Barajı geçtikten sonraki küstahlıklarını, şımarıklıklarını da unutmadı. Terör örgütüyle olan aynılığını gördü ve devlete, millete daha fazla zarar vermelerine izin vermeyeceğini gösterdi.
Sonuç olarak; “sırtlarını” nereye yasladıklarını, nereden beslendiklerini de unutmayarak, hadlerini bildirdi.
AK Parti’ye ise en önemli mesajlarını verdi yüce halkımız…
Terörle ilgili kesinlikle taviz verilmemesinin gerekliliğini vurgularken; terör sorununun çözümünde gerekene gerektiği gibi davranılmasının önemini ortaya koydu.
Devlet müşfik olmalı ama otoritesiyle de devlet gibi davranmalıdır mesajını verdi.
Devlet içinde devlet olmayacağını söyledi. Aksi her türlü yapılanmanın da engellenmesiyle ilgili devletine ve onun tavizsizliğine güvenini tazeleyip, paralel yapı ve onun işbirlikçilerine verilen mücadeleyi destekledi. Devletin bekası esas olandır
mesajını verdi.
Ekonomik açıdan da istikrar diyerek, var olan parametrelerin sürmesinden yana olduğunu gösterdi.
Yaptıklarının yapabileceklerinin teminatı olarak gördüğünü ve geçmişini unutmadan ama sürekli geçmişi de dillendirmeden ileri adımlara devam etmelerini istedi.
Rehavet , kibir, gurur ve sefahet istemediğini belirtti ve 7 Haziranda bir uyarı yaptığını hatırlattı. Tek umutlarının yine AKP olduğunu da anımsattı.
Ve ayrıca:
‘‘Silkin ve kendine gel, seni beş ay önce silkeledim ve eminim ki; kendine geldin, bu yüzden de sana şimdi bu krediyi yeniden açıyorum .’’ dedi.
‘‘İçindeki samimiyetsizleri, açgözlüleri, ruhu “kaşar”laşmışları, devlet, millet ve gelecek iddiası olmayanlara tavizkar olmamalı ve onları bir yerlere getirerek “sen”liğinin bozulmasına fırsat vermemelisin.’’ dedi.
“İlk günkü aşkla demen, 2002’deki amatör ruhunu hatırlattı bana, bu ruha uygun devam etmelisin, bu samimiyetle davranmalı ve ona göre ileri adımlarını atmalısın.’’ dedi.
“Beni diğer partilere muhtaç etme, onların kapısına gitmek zorunda bırakma. dedin, ben de bu sözüne itibar ediyorum ve sana tek başına iktidar veriyorum. Ama sen de, bana ‘keşke’ dedirtme, eğer söyletirsen 7 Haziranda ne yaptığımı ve ne yapabileceğimi de gördün. Aklını başına al, ona göre hareket et.’’dedi.
Sonuç olarak halk; devletin birliği ve bütünlüğünden taviz vermeyeceğini, kimsenin kendini kandıramayacağını, istikrar istediğini, kararlı iktidardan yana olduğunu, barış ve huzur istediğini,kendine hizmet edenleri asla unutmayacağını açık net bir şekilde göstermiş oldu.
Yazımı Şeyh Edebali’nin hepimizce malum Osman Gazi’ye meşhur nasihatiyle bitirmek istiyorum:
Oğul!
Beysin! Bundan sonra, öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana..
Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana..
Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adâlet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana..
Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..
Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen, sabah rüzgârlarında savrulur gidersin.
Sabır, çok önemlidir. Bir bey, sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz.
Milletin, kendi irfânın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfândır.
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezânında ölürler. Unutma ki dünya sandığın kadar büyük değildir. Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüzdür. Hırsımız, bencilliğimiz...
Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğun mücâdeleden korkma! Sevildiğin yere sıkça gidip gelme, muhabbetin kalkar, itibarın kalmaz. Düşmanını çoğaltma, haklı olduğunda kavgadan korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.
En büyük zafer, nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. İnsan, bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi, kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca, laflamaya başlar. Laf, dedikoduya dönüşür.
Dedikodu başlayınca da gayri iflâh etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.
Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür, eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir.
Bu yolda nazarımızı sonsuzluğa dikip; büyük yürümek ve büyük ölmek gerek. Bu yolda hırs, diken; benlik ve kibir, engeldir oğul. Sakın ha kendine takılmayasın ve kendinde boğulmayasın. Yalnızlık, sadece Allah'a mahsustur, tek başına karara
durup hoyrat dünyanın dayanılmaz ağırlığını kaldırmayasın. İşlerini ehil kişilere danışarak tutasın, danışırsan yol alırsın, danışmasan yolda takılıp kalırsın oğul.
“Güçlüsün, akıllısın, söz sahibisin; ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen, sabah rüzgarında savrulup gidersin.”
Bir dem gelir bir tekmeyle dünyaları yıkacak olursun, bir dem gelir yerdeki karıncaya mağlup olursun. Akıl sadece anahtar. Anahtara takılmasın. Aklını kullanıp dünyadayken cennetin kapılarını aralayasın oğul.