Kadın çizgisi

Erçağ Çalışkan

‘Cennet anaların ayakları altındadır’ der Peygamberimiz. 

Gideriz ellerini ve hatta ayaklarını öperiz annelerin, annelerimizin. 

Binlerce defa öpülse azdır. 

Peki soruyorum; 

Anne nedir? 

Bir kadın değil mi? 

Yani bir kadın anne olursa mı, hürmete ve özene layıktır ve saygı gösterilmelidir? 

Yoksa anne olmayan kadına her türlü şiddet, taciz- tecavüz ve kötü muamele caiz midir? 

Veya bir kadına anne olmadan dokuz ay önce şiddet uygulamak normal bir şey midir?! 

Allah akıl, fikir vermiş. Kutsal metinler yüzeysellik içermez ve akıl yürütmeye mani değildir. Bilakis aklı kullanmayı önceler ve dile getirir.

Kadına şiddet, en büyük toplumsal sorunumuz ve kanayan yaramız. Lafa gelince mangalda kül bırakmayız. Ama iş uygulama konusuna gelince kendimize fetvalar buluruz kutsal kitaplardan.

“Kadını dövmek Allah’ın erkeklere verdiği haktır ve kadına lütuftur” gibi basitçe veya “yedi yaşındaki kızların evlendirilmesi dinen uygundur” gibi saçmalıklarla…

Veya erkek egemen toplumsal geleneklerden kaynaklı; tecavüz gibi alçakça saldırıya maruz kalan kadını öldürürüz, “namus temizlemek” için. Hatta kadın erkek ilişkilerinde isimlendirmeler bile farklıdır. Birine çapkın derler birine daha ağır bir tabir. 

Hangi yöne baksak, kadını ikincilleştiren ve maruz kaldığı haksızlığı tolere edici söylem ve eylemler. Düşünün; “iffet” bile bir kadın ismidir. Sanki “iffetli olmak”, doğum yapabilirlik gibi kadınsal bir olguymuş gibi. 

Aşağılığın teki, taciz-tecavüz eylemini işlemiştir.

Başlar bir de şerefsizce konuşmaya; “O kadın da öyle giyinmeseydi, beni tahrik etmeseydi” diye.

Din adına, teamül namına, gelenek diye birileri bu söylemleri dillendirirse; aşağılığın en dibi, herifin tekinin, 4 yaşındaki bir masumu tacizine davetiye çıkartılır.

Başka bir adi kişilik ve insanlıktan nasibini almamış mahluk, okuluna giden genç kıza yumruk atar ve hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eder. 

Başka bir insan suretli yaratık, işinden evine giden bir kadını kuytuda sıkıştırmayı “erkeklik” sanır ve kendinde hak görür. 

Alçağın teki “insanlık suçu işler”; kadına şiddet uygular. Sonra da; ayılığını meşrulaştırmak için kaba kuvvetin savunmasını yapar; “beni kızdırdı, sabrımı taşırdı filan falan gibi” salak-sapık sözlerle. 

Saygınlığını sıfırlamıştır, kadına etmediğini bırakmamıştır, canını yakmıştır.

Ve kadın “neden” diye sorunca; erkeksi kompleksi devreye girmiş ve başlamıştır şiddet uygulamaya.

Nasılsa gücü yetiyor ya…!

Günlük hayatta parlamamız gereken yerde sabır gösteririz, dişimizi sıkarız ve yutkunuruz.

Ama asıl sabır gösterilmesi gereken evde;  başlarız kadına bağırmaya veya vurmaya.

Erkekliğin bu kadar mı senin ey öküz..!

Senin o pısırık ve aciz erkek gücün sadece kadına mı yetiyor.

Sıkıysa o meşhur “erkekliğini” asıl gereken yerde göster de görelim.

Ama ne gezer.

Soğan erkeğidir.

Ama kadına taş fırın erkeği kesilir.

Fakat başka yerde, haksızlık ve yanlışlık karşısında susar korkakça.

Kurtuluş Savaşı’nda kadınların rolünü unuttuk.

Unuttuk kadınların Çanakkale Savaşı’ndaki payını ve rolünü.

Bugün, vatan için şehit olan kahramanları doğuranın da bir kadın olduğunu pas geçiyoruz.

O yüce gönüllü vatanperverlerin karısı, kızı, kız kardeşi olduğunu unutuyoruz.

Kadına şiddet, taciz-tecavüz en büyük toplumsal illettir. 

Bir toplumu helak etmek, çökertmek için kullanılan en dehşetli argümandır.

Aklımızı başımıza almak zorundayız ve topyekün bir karşı çıkış ve duruş sergilemeliyiz.

Devlet ve toplum olarak, bu konuya en ivedi ve yüksek dozda eğilmeliyiz.

Kadına saygısızlık, şiddet, taciz-tecavüzle kendi dibimize dinamit koyuyoruz da; farkında bile değiliz.

Önemli bir nokta daha…

Kadına şiddet,
taciz-tecavüz ABD ve pek çok batı medyasında bu kadar yer almamaktadır.

Çünkü, bu derece afişe edilmesi faydadan ziyade, olayın önemsizleştirilmesine katkı sağladığı için zarar getirmektedir.

Bu konuda yapılan istatistiklere göre,  ABD ve Avrupa ülkelerinde bu insafsız ve alçak eylem çok daha fazla işlenmektedir.

Ama ne gariptir ki;

Bizim ülkemizde köpürtülmekte ve sanki toplum topyekün bir şiddet, taciz-tecavüz sarmalıyla sarsılmaktadır.

Bu olayı asla hafife almamalıyız ve eylemi olduğu kadar, eyleme giden yolu yok etmeli, eyleme sebep faktörleri ortadan kaldırmalı ve bu yolda çok ciddi mücadele vermeliyiz.

Fakat, olayı sürekli gündemde tutarak, toplumda özendiricilik oluşumuna ve toplumsal tedirginliğe de yol açmamalıyız. 

Özellikle yazılı/görsel  ve sosyal medya araçlarının olağanüstü dikkatli bir dil kullanması ve haberleştirme yapması şarttır.

Çünkü,  kadına şiddet, taciz-tecavüz toplumsal sinir uçlarının hareketlenmesi ve akabinde; kaos, kargaşa ve ne olduğu belirsiz bir kör dövüşünün başlatılarak provokatif eylemlere en etkili araca dönüşebilir.

Sn.Prof. Yılmaz Çolak Hocamın başkanlık yaptığı Polis Akademi’sinin Kadına Şiddet’e dair hazırladığı raporu herkese tavsiye ediyorum.

Konuya dair yapılan tespitler, bizler ve yetkili kurumlara öneriler, toplumsal hassasiyet oluşumuna dair tavsiyeler açısından önemli ve net bir içerik sunmaktadır.

Raporda yer alan bir konuya dikkat çekmek istiyorum;

"Aile içi, kadına şiddet ve istismar konusunda, sonucunda cinayet veya şikayet olmadığı zaman bu devlet birimlerince çözümlenme odaklı bir olay olmaktan çıkıyor." 


Bundan dolayı şahit olduğumuz veya duyum aldığımız konuyla alakalı durumlarda emniyet birimlerine haber verilmesi konusunda daha hassas ve daha temkinli olmamız gerektiğini düşünüyorum. 

Olaydan muzdarip olan, tepki gösteren ve kadına şiddete ben de karşıyım diyen herkesin hislerine tercüman olması ve de benzeri çalışmaları yapması gereken kurumlara örneklik teşkili açısından oldukça manidar ve önemli bir çalışma olmuştur. 

Sayın Çolak’a, Polis Akademilerine ve katkı sağlayan herkese teşekkür ediyorum.

Kadına şiddeti, taciz-tecavüzü şiddetle ve en yüksek perdeden kınıyor, lanetliyor; bu fiili işleyen aşağılıklara en ağır cezaların uygulanmasını, yetkililerden ve toplumsal refleksimizden istiyorum.

Bir sonraki yazımızda görüşmek ümidi ile,
Saygı ve sevgilerimle...
OGÜNhaber