Geçen günlerde Darülaceze'ye gittik, tam olarak bu soruları yanıtlamaya. Gerçekten beklediğimin ve beklenilenin çok daha ötesinde bir manzarayla karşılaştım.
Normalde somurtkan diye nitelendirdiğimiz o ˜büyüklerimiz' in gerçekten sadece bir gülümsemeye, iki çift sohbete ihtiyacı varmış, ve ne yazık ki bunu bile yapamayacak kadar meşgulüz (!).
İlk Ahmet amca gördü bizi, sakattı, kimsesizdi ama kendi derdinde değildi. Gelip bize ilk yatalaklara gidin dediğinde çok şaşırdım, oysa O da orada kalıyordu.. Herkes tanıyordu orada Ahmet amcayı, herkes seviyor, sürekli şakalaşıyorlardı kendi aralarında. Herkesin kim olduğunu, neden ve ne zaman geldiğini biliyordu.. Ve bulunduğu durumdan hiç şikayetçi değildi; Ona göre yeterince iyi bir hayat yaşıyordu, fazla bir beklentisi yoktu.
Mutlu olmayı biliyordu, ki zaten mutlu olmayı bilene tek kapısı olan oda bile güzeldir.Hayatını anlattı bize, yalılardan Darülaceze'ye.. Gündemden bahsetti, o kadar bilgili, o kadar ilgiliydi ki, şaşkınlıkla dinledik. Devlet hakkında, devletin başındakilerden daha çok şey biliyordu, daha kültürlü ve daha mantıklıydı. Merak ediyorum da, biz büyüklerimizi böylece çürüterek mi gelişeceğiz?
Sonra Şükran teyze ile tanıştık, kolonya ve çiçek hastası Şükran teyze (: Çok sıcakkanlı, sevecen ve tatlı biriydi. Gençliğinden bahsetti, oraya gelişini anlattı. Beni şaşırtan onun saklama ihtiyacıydı.. Elinde avucunda ne varsa saklamamızı istedi, yorganın, yastığın altına sokuşturttu ve saklamazsak görevlilerin alabileceğini söyledi. Zaten neleri var ki, neyini alıyorsunuz?
Diğer odalardan birine daha girdik, tekerlikli sandalye ile ilerleyen iki bayanla bir spastik kalıyordu odada. Kadınlar kendi dertlerinden çok spastik olanla ilgilenmeye çalışıyorlardı. Konuşamıyor, kendine hakim olamıyordu. Ne çekmişti, ne yaşamıştı, kim neden buraya bırakmıştı kendisini. Çoğumuz dertliyim der durur, konuşarak halledebilme yeteneğin var en azından.. O ne yapsın? Nasıl anlatsın? Dert dediğiniz dert ise, Onların ki ne?
Başka bir odada, bir bayan yatakta oturuyordu. Dediklerinden tek kelime anlamak mümkün değildi, ve Onunda fiziksel rahatsızlığı vardı. O kadar sevgiye muhtaçtı ki, sadece hal hatır sorduk diye saatlerce sarıldı, öptü..
Konuşamasa da, mutluluğu gözlerinden okunmayacak gibi değildi. Maalesef insanlarımız, etrafındakileri görünümüne göre yargılayacak kadar geri kafalılar.. Ne yazık ! Onun gibi bir çok engelli vardı. En çok ilgiye muhtaç, en sevecen ve en paylaşımcı olanlar onlardı şüphesiz. Her şeylerini önümüze sunmaya çalıştılar, yapabildikleri kadar..
Bazıları benliğini asla yitirmemişti, bazıları ise hala bulunduğu durumu kullanabiliyordu. Anlattığı ve istediği küçücük bir şeyi gerçekleştirdiğimizde saatlerce ağlayıp teşekkür etti bir tanesi. Başka biri ise aynı isteği yaptığımızda, saklayıp öbürlerinin yanına koydu. Her gelenden bir şeyler isteyip biriktiriyormuş demek ki.. Yaşam savaşı bu olsa gerek..
Herkes kendini bir şeylere adamaya çalışmış. Bir amca vardı, kendini Kur-an'a adamış.. Okumayı unuttuğu her bölümde ağlamaya başlıyordu. Bir başkası, zamanında madalyalar almış, bir çok ülke gezmiş, bilgi dolu bir adamdı. Kendini küçücük boncuklardan kocaman bir çam ağacı yapmaya adamış. Yeni rekoruyla Guinness rekorlar kitabına adını yazdıracakmış.
Bir çoğu verilen eğitimlere katılarak, becerebildikleriyle satış yapmaya çalışıyor, bir çoğu ise kimseyle konuşmadan bu kabusun bitmesini bekliyor..
En acı verende, bir amcanın yanına gittiğimizde oğlunun büyük bir gururla, 'O benim babam.' demesiydi. Babansa burada ne işi var. Nasıl bir düşünce içinde çok merak ediyorum. Bir de övünerek bunu söyleyebiliyor..Gerçekten helal olsun !
Bu insanlar sadece bir kaçıydı.. O kadar çok şey var ki aslında anlatılması gereken.. Bir saatiniz de mi yok bu 'büyüklerimiz'i tanımak için. İnsan sevgisi der dururuz, bizim ki insan sevgisiyse, onların sevgiye muhtaçlığı niye?
Müsaitseniz Onları da ziyarete gider misiniz ? !