2006 yılında yakın dostluğunu kazandığım harikulade insan, bir o kadar da takdire şayan dava adamı Arslan Alptekin için bir yazı kaleme almanın zorluğu, vefatının üzerinden 8 sene geçmesine rağmen hâlâ zorluğunu korumaktaymış meğer.
Söze nasıl başlamalı, nasıl bitirmeliyim tam kestiremesem de insanın en yakın dostunu, ağabeyini, dava arkadaşını kaybetmesi, hem de en son evimde misafir ettiği, en son kahvaltıyı beraber yaptığı, en son akşam yemeğini beraber yediği, davasının geleceğini en son konuştuğu ... vs vs., ahde vefa gösterebilmek adına bu yazıyı kaleme aldım. Bu zorluklar dolayısıyla bir dostu kaybettikten sonra o dostu yazmak sıradan bir yazı olmaktan çıkarıveriyor her şeyi.
Arslan Alptekin ile ilk defa 2006 yılında Prof. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu hocamın Türkçe'ye çevrilen ve Doğu Kütüphanesi yayınları arasında çıkan "Nurgocay Batur'un Anılarında Osman Batur" adlı kitabın tanıtım toplantısında tanışmıştık. Toplantıya Doktora Hocam Prof. Dr. Abdülkadir Donuk oturum başkanı, Prof. Dr. Ahmet Taşağıl ve bendeniz konuşmacı olarak katılmıştık. Toplantıda protokol konuşmacıları arasında yer alan Arslan Alptekin ağabeyim ile dostluğumuzun başlangıcı bu faaliyet olmuştu.
Gökte ararken yerde bulduğum deyişiyle ifade edebileceğim bir şekilde Arslan Alptekin ağabeyim karşımda idi. Toplantıdan sonra Tibet Yücetürk kardeşimle beraber, Zeytinburnu Deniz Börek salonunda uzun uzun sohbet etme fırsatı bulmuştuk. Sanki canlı olarak dinleme fırsatı yakalayamadığım ama her eserini satır satır defalarca okuduğum merhum İsa Yusuf Alptekin Bey ile konuşmuştum.
O konuşmada kendisine İsa Bey'in hatıratının 1949 sonrası döneminin ne yapıldığını sorduğumda; "Kardeşim, maddi imkansızlıklar yüzünden ne bir araya getirebildik ne de bastırabildik. Bazı notlar var ama üzerinde ciddi olarak çalışılması gerekiyor" demişti. Hatıratın geriye kalan kısmının 1949-1980 dönemini birlikte çalışarak bastırmak bizlere nasip olmuştu. Eser çıktığında Arslan ağabeyimin gözlerindeki sevinci hayatım boyunca unutamam.
O ilk tanışmadan sonra Arslan Alptekin ağabeyimle birçok defa bir araya gelme, sohbet etme imkanı bulmuştuk. Birçok televizyon programına beraber katıldık. Birçok şehirde birlikte konferanslar verdik. Ne zaman bir araya gelsek konuşmalarımızın ekser çoğunluğu Doğu Türkistan davasıyla alakalı idi. Hayalleri vardı. Bağımsız Doğu Türkistan cumhuriyetini görebilmek, sekiz yaşında hicrete etmek zorunda kaldığı vatan topraklarına tekrar dönebilmek, muhaceretteki Doğu Türkistanlıların birlik ve beraberlik içerisinde davalarının hadimi olduklarına şahit olmak, İsa Yusuf Alptekin Vakfını yeniden aktif hale getirmek, rahmetli İsa Yusuf Alptekin'in medfun olduğu Topkapı mezarlığındaki kabristanına anıt bir mezar yaptırabilmek... vs vs.
Bizler emaneti olan İsa Yusuf Alptekin Vakfını şükürler olsun ki, yeniden ihya etmeyi başardık. Şimdi orada onlarca öğrenciye burs veriliyor, sosyal ve kültürel birçok faaliyet yapılıyor, Arslan ağabeyimin arzusu doğrultusunda Doğu Türkistanlı kardeşlerimize elimizden geldiğince yardımcı oluyoruz. Ümid ederim yakın bir gelecekte, Arslan Alptekin Ağabeyimizin bir diğer arzusu olan İsa Yusuf Alptekin büyüğümüzün Topkapı kabristanlığındaki ebedi istirahatgahına anıt bir mezar yapabiliriz.
Arslan Alptekin'i bizzat kendisinden öğrenme bahtiyarlığına kavuşmuştum. 2009 yılında Doktora çalışmalarımızı bitirip Manisa Celal Bayar Üniversitesine döndükten sonra da kendisiyle irtibatımız hiç kesilmemişti. 4 Haziran 2011 tarihinde Manisa'ya ziyaretimize gelmiş, Doğu Türkistan davası hakkında neler yapabileceğimizi konuşmuş, İsa Yusuf Alptekin için çekmeyi çok arzu ettiği belgesel filmin çalışmalarını gözden geçirmiştik. Yine şükürler olsun, henüz yayımlanmasa da ERK Medya sahibi Abdurrahman Öztürk kardeşim ile birlikte 64 dakikalık bir belgesel çekimini yapmak bizlere nasip olmuştu. Bu vesile ile belgeselin ortaya çıkmasında emeği geçen hocalarımıza bu vesile ile kalbi teşekkürlerimi sunuyorum.
Arslan ağabeyim tavla oynarken gazoz içmeyi çok severdi. 5 Haziran 2011 günü Manisa'da gazoz içip, tavla da oynamıştık. Tavlada durum 1-1 iken: "bugün berabere kalalım, seni yenmek istemiyorum" demesi hala kulaklarımda çınlamaktadır. Kalkıp eve döndük, akşam yemeğimizi yedik, 12 yaşındaki oğlum Hüseyin ile satranç oynadılar. Akabinde çay içerken kendisini iyi hissetmediğini söyleyince apar topar Celal Bayar Üniversitesi hastanesi acil sevisine gittik. Gecenin 24'ünde doktorun söylediğini Arslan ağabeyimle paylaşma cesaretini gösteremedim. Pankreas başında 3,5 cm büyüklüğünde bir tümörden şüpheleniyorlardı. Tetkikler, tahliller derken altı gün kaldığımız Celal Bayar üniversitesi hastanesinde yapılabilecek bir çare kalmadığına kanaat getirince, Erkin ve Ilgar Alptekin ağabeylerimle yaptığımız istişareler neticesinde, İstanbul'a nakletmeye karar verdik. Vakit kaybetmeden Hocam Prof. Dr. Abdulkadir Donuk ve Prof. Dr. Ahat Andican beylerle irtibata geçerek hastane işlemlerini İstanbul'a varmadan, iki Türkistan dostu sayesinde hallettik. Arslan ağabeyimle, son yolculuğumuzu beraber yaptığımızı hiç aklımıza getirmeden, çıktığımız İstanbul yolculuğunu 9 Haziran Perşembe günü Cerrahpaşa hastanesi, Genel Cerrahi polikliniğinde tamamladık. Bir hafta da burada kontrol altında tutulan Arslan ağabeyimi karşısına alan Ahat Andican Hocam yapacağı ameliyatı bütün teferruatıyla kendisine anlatmış, Arslan ağabeyim ise: "Ben ne badireler atlattım, bu da neymiş, ameliyata gireceğim, çıkınca daha sağlam olarak davamız için neler yapacağımızı planlayacağız. Daha Urumçi'ye gideceğiz, Yenihisar'ı göreceğiz" demişti.
Evet, Arslan Alptekin'in hayatı badirelerle dolu idi, çilekeş derviş misali bir hayat yaşamıştı. Nüfus cüzdanında doğum yeri Doğu Türkistan yazıyordu ama o Çin'in Chunking şehrinde dünyaya gelmiş, 8 yaşında iken büyüklerinin aldığı "vatan için vatandan ayrılma" kararı üzerine tarihin en trajik göç hadisesini, birçok acı hatıralarla yaşamıştı. Alptekin ailesi ve beraberindeki göç kafilesi Himalaya dağlarını aşarken, kendisi gibi ayakları kangren olan kız kardeşi Yalkın'ı ameliyat edilmesine rağmen kaybetmişlerdi. Arslan Alptekin ise bu feci durumu sol ayak parmaklarının kesilmesi sayesinde atlatmıştı. 1949 yılının 16 Eylülü'nde başlanan göç hadisesi 1954 yılında ailenin Türkiye'ye yerleşmesiyle son bulmuştu.
Türkiye'de Alptekin ailesinin fakr-u zaruret içinde geçen hayatları, Doğu Türkistan ve merkezi Çin'dekinden farklı olmamıştı. Büyük dava adamı merhum İsa Yusuf Alptekin yine eline geçen ne varsa Doğu Türkistan davasının kamuoyuna duyurulabilmesi için harcarken, çocuklar geleceklerini kazanmanın yollarını aramaya başlamıştı. Alptekin ailesinin en büyük erkek çocukları Murat, Elbistan'da iş görüşmesi gayesiyle yaptığı bir seyahat sırasında geçirdiği elim trafik kazasında hayatını kaybeder. Arslan bey ise uzun yıllar sonra Amerika'da evlendiği ilk eşinden doğan oğluna Murat adını verir. Eğitimine devam etmek isteyen Arslan Alptekin'den bizzat dinlediğim üzere İngiltere'de kafeteryalarda garsonluk yapar.
Lakin bu durumu uzun sürmeyen Arslan Alptekin, dönmüş olduğu Türkiye'de babası ve annesinin tutan eli, yürüyen ayakları olur. İsa Yusuf Alptekin'in 1970 yılında Doğu Türkistan davasını anlatmak gayesiyle çıkmış olduğu dünya seyahatinde yanında bulunan Arslan Alptekin, babasının en yakın hizmetkarı durumundaydı. Bu seyahat sırasında yapılan görüşmelerde babasının tercümanlığını da yapan Arslan Alptekin, seyahat dönüşü Amerika'ya gider. Burada da yaşamak için garsonluk yapmakla işe başlayan Arslan Alptekin'in başından geçenleri dinlemek, belki de benim hayata dair edindiğin en büyük tecrübeler olmuştur.
Uzun yıllar kaldığı Amerika'dan 1992 yılında annesi Fatma hanım ve babası İsa beye bakmak üzere Türkiye'ye dönme kararı, ilk evliliğinin de bitmesine sebep olmuş, o mümtaz şahsiyet cennetin anaların ayağı altında ve ana-baba hakkını ödemenin her şeyin önünde olduğu inancıyla evliliğini bitirip İstanbul'a avdet etmişti.
1995-2005 yılları arasında karşılaştığı olaylar, üzülmesine, kırılmasına, hatta 2000 yılını müteakip dört defa kalp ameliyatı geçirmesine, depresyona girmesine, tansiyonunun çıkmasına da sebep olacaktır. Lakin onca badireye rağmen Arslan Alptekin, davasından asla taviz vermemiş, ana-babasının hayır dualarını alabilmek için hizmetlerinde bulunmaktan onur duymuştu. Türkiye'ye geldikten sonra yapmış olduğu ikinci evliliğinden doğan oğluna da Kürşat İsa adını koymakla bir nevi hayırlı evlat olmanın gereğini yerine getirmişti.
Belkide Büyükçekmece'de bir apartmanın en alt katında bir nevi inzivaya çekilmiş olması yaşadıklarının bir sonucu idi. En yakın dostlarından gördüğü ahde vefasızlık, Arslan Alptekin'in çok üzülmesine sebep olsa da o her seferinde halkına hizmet etmenin gururunu yaşamıştı. Hayatımda gördüğüm en eli açık insandı. Cebindeki son parasını Doğu Türkistanlı bir öğrenciye, parası yok diye verdiğine çok defa şahit olmuşumdur. Hatta "abim eve nasıl gideceksin, bari yarısını verseydiniz" dediğimde, "o para onun nasibiymiş, bize düşen tevekkül etmek, elimizden gelen yardımı yapmaktan imtina etmemektir" derdi. Her görüştüğümüzde mutlaka ağabeyi Erkin Alptekin'den gördüğü desteği hatırlatır, "Erkin abi olmasa ayakta duracak mecali bulamazdım" derdi.
2009 sonrası Doktora eğitimimi tamamlayıp Manisa'ya döndükten sonra konferans, toplantı, tv programı veya başka bir davetle geldiğim İstanbul' da mutlaka o küçük ama bir o kadarda samimi evinde bendenizi misafir etmesini de unutmam mümkün değildir. Eliyle yaptığı Türkistan pilavını yeme bahtiyarlığını da yaşatmıştı bize. Çocukları Rana ve Kürşat'ın okula ve eşi Hacer ablamın da işe gittiği saatlerde baş başa birçok konu konuşmuştuk.
Bendeniz bir dostumu, bir ağabeyimi, bir sırdaşımı 19 Haziran 2011 tarihinde kaybettim, lakin hayatımın altı senelik kısmında çok özel bir yer edinen Arslan Alptekin ağabeyimi, ideallerini, hayallerini gerçekleştirme sevdam, onu örnek alarak, hiç bitmedi. Şunu da biliyorum ki, sekiz yaşında Doğu Türkistan'dan çıkan ve 70 yıllık ömrünü, Allah rızası, ana-baba duası ve vatan davası uğrunda harcayan Arslan Alptekin, bir dava adamı nasıl olmalı sorusunun da en vakur örneği idi. İyi niyetinin çoğu zaman zararını görmüş olsa da, o dostu için bütün varlığını heba etmekten zerre tereddüt etmeyen bir kişiliğe sahipti. Babasının vasiyeti olan: "Kutuplarda dahi bir kişi sizden Doğu Türkistan davasını anlatmanızı isterse, iki eliniz kanda bile olsa bu isteği yerine getireceksiniz" emrini son nefesine kadar yerine getirmenin huzuru içerisinde bundan tam 8 sene önce Rahmet-i Rahman'a kavuşmuştu.
Vefatının 8. senesinde hakkımı anamın ak sütü gibi helal ettiğim rahmetli Arslan Alptekin ağabeyime bu vesile ile bir kez daha rahmet diliyorum, ruhun şad mekanın cennet olsun Koca Reis...